26 Mart 2014 Çarşamba

KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ


Acile kaldırılıp kardiyoloji (kalp hastalıkları) katına yerleştirilmişti. Uzun saçları, tıraşsız suratı, pisliği, tehlikeli şişmanlığı ve sedyenin alt rafına atılmış siyah motosiklet ceketiyle, bur parlak mozaik zemin, çalışkan, üniformalı personel ve kati enfeksiyon kontrol işlemlerinin steril dünyasında o bir yabancıydı. Kesinlikle dokunulmayacak olanlardan. 
     Bu insan eti öbeği önlerinden geçerken görevli hemşireler gözleri fal taşı gibi açılmış onu izliyor,her biri ürkek ürkek baş hemşire Bonnie’ye bakıyordu. Söze dökmedikleri, ama yalvarırcasına ilettikleri mesaj “Bunu alacak, yıkayacak ve ona bakacak kişi ben olmayayım”di. Bir önderin, tam bir  meslek erbabının gerçek göstergelerinden birisi, akla gelmeyeni yapmaktır. Olanaksızla uğraşmaktır.Dokunulmayacağa dokunmaktır. Bonnie, “Bu hastayı ben istiyorum” dedi. Bu, bir baş hemşire için olağan dışıydı  hiç alışılmadıktı, ama insan maneviyatına hayat veren, onu iyileştiren ve yücelten kaynak işte oydu. 
     Bonnie kauçuk eldivenlerini takıp, bu devasa, hiç de temiz olmayan adamı yıkamaya hazırlanırken yüreği sızladı. Ailesi neredeydi acaba?Annesi kimdi? Küçük bir çocukken nasıldı? Çalışırken, usul usul bir şarkı mırıldanıyordu. Bu, adamın hissediyor olduğunu bildiği korkuyu ve utancı yatıştırıyor gibiydi. Sonra tuhaf bir arzuyla “Bugünlerde hastaların sırtlarını keselemek için zamanımız olmuyor, ama bunun sana çok iyi geleceğine bahse girerim” dedi. “Kaslarının gevşemesine ve iyileşmene yardim edecek. Buranın bütün amacı bu değil mi...İyileştirmek.” Şişman, pul pul olmuş kırmızı deri, yıkıcı bir yasam tarzının ipuçlarını veriyordu: Muhtemelen yemek, içki ve uyuşturucu bağımlılığı. Bonnie bu gergin kasları ovarken, mırıldanıyor ve dua ediyordu. Büyümüş, haşin bir yasam tarafından reddedilmiş ve düşmanca, zorlu bir dünyaya kabul edilme mücadelesi veren bir erkek çocuğun ruhu için dua ediyordu.
     Finalde ilk losyon ve bebe pudrası vardı. Görüntü neredeyse gülünçtü; losyon ve pudra, bu kocaman, yabancı yüzeyle nasıl da bir tezat oluşturuyordu. Adam sırt üstü dönerken yanaklarından yaslar süzüldü ve çenesi titredi. Şaşırtıcı güzellikteki kahverengi gözleriyle Bonnie’ye bakıp gülümsedi ve titrek bir sesle söyle dedi: “Yıllardır kimse bana dokunmamıştı. Teşekkür ederim. İyileşiyorum.” 
Naomi Rhode

resim kaynak

20 Mart 2014 Perşembe

SON YAPRAK...




     Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse Tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katli bodur bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadasın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında İse yaşlı bir ressam otururdu. 
     Günlerden bir gün kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına yakalandı. Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu geriye doğru sayıyordu. "On iki" dedi, biraz sonra da "on bir";arkasından "on", sonra "dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardına "sekiz" ve"yedi". Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba? Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma,tuğla duvarın yari boyuna kadar tırmanmıştı. 
      Dönüp arkadaşına "Neyin var?"diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde  "altı" dedi. "Artık hızla düşüyorlar.Üç gün önce neredeyse yüz tane vardı. Saymaktan basıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İste biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi.""Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı.
      "Yapraklar, asmanın yaprakları.Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu." Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü. Fakat O; "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum. Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.Ondan sonra ben de gideceğim." Diyerek cevap verdi. 
      Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaslı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. 
      Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi.  Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen rüzgardan sonra, bir asma yaprağı hala yerinde duruyordu. Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sari rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asilmiş duruyordu. "Bu sonuncusu" dedi hasta kız. "Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgarı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim." Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar alacakaranlıkta bile,asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu  görebiliyorlardı.
     Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hala yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu. Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin." dedi. 
     Aksam üstü gelen doktor ayrılırken;simdi alt kattaki bir hastaya  bakmam gerekiyor. Yaslı bir ressammış sanırım. O da zatürree. Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor dedi. 
     Ertesi gün doktor: "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki yaşlı  adamı anlattı. 
     Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş. Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu aşağıda, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yani buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akil sır erdirememişti kimse.
     Sonra, hala yanık duran bir gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, birde üstünde birbirine karışmış sari, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. 
     O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü.Rüzgar estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaslı ressamın şaheseriydi. Yaşlı adam, son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı. 

9 Mart 2014 Pazar

IŞIĞINI YANIK TUTAN HERKES ADINA



BIRAKINIZ IŞIĞINIZ YAYILSIN

      Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi isini kurdu bu, iki caddenin kösesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlısıydı,insanlar onu seviyorlardı. Ondan alış veriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı. Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir yarattı. 
       Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı.Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.. Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi: İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek.Hanginizin bunu hakkettiğine karar vermek için,her birinize birer dolar vereceğim simdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu aksam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı. Çocuklar bu basarili şirketi yönetme fırsatı karsısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı. Aksam geri döndüklerinde babaları sordu: -"Birinci, çocuğum ,bir dolarla ne yaptın ?" Çocuk cevap verdi: 
      -"Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım. Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı. Adam sordu: -"Peki ikinci çocuğum ,sen paranla ne yaptın?." 
      -"Yorgancıya gittim . İki tane yastık aldım ." Bunu söyleyen çocuk ,yastıkları içeri getirdi ,açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı. -"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?." diye sordu adam . 
        -Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini incilde yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 sentini şehrimizdeki iki yardim kurumuna bağışladım. 20 sentte kiliseye verdim. Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım." Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.Oda samanla veya tüyle değil,bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.Baba memnundu.
        -"Çok iyi oğlum .Bu şirketin başına sen geçeceksin, çünkü yasam hakkında çok önemli bir şeyi , ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel."

N. QUBEIN 


resim kaynak

Sıranızı Bana Verir misiniz?


 Bir cuma akşamıydı,adam karısından ayrılalı aylar olmuştu ve hala bu market alış verişlerine alışamamıştı,üstüne üstlük bu gün kendisinin yerine başka bir arkadaşının terfi ettiğini öğrenmişti,markete gelirken hız sınırını astığı için ceza yemişti.Sanki bir el hayatındaki her şeyi tersine çeviriyordu.Markette asık bir suratla alışveriş yapıyordu, market çok kalabalıktı,kasaların önünde uzun kuyruklar oluşmuştu,adam tam 20 kişilik sıranın kendisine gelmesini bekledi.Beklerken de elindeki dergiyi karıştırıyordu.Tam sıra ona gelmişti ki omzuna bir elin dokunduğunu fark etti ,bir çift iri mavi göz ile karsılaştı.Kız tatlı bir sesle rica etti.
     " Lütfen çok acelem var, sadece 1 paket dondurma aldım,4 yasındaki kuzenim arabada tek basına bekliyor ve ağlıyor,20 kişiyi beklersem hem dondurma eriyecek ,hemdi çocuğu susturamayacağım ,sadece 1 saniyenizi alacağım,sıranızı bana verir misiniz ?
      İlk defa bir çocuğa bakıyorum ve ne yapacağımı bilemiyorum, susturamıyorum, dondurma iyi fikir gibi gelmişti ama sıra çok fazla. Lütfen " Adam karsındaki kızın güzelliği ve çaresizliği karsısında ,birden kendisini süpermen gibi hissetti,sırasını ona verirse o kıza büyük bir iyilik yapmış olacaktı. 
     Bir anda sanki tüm sıkıntıları yok olmuş gibi coşkulu bir sesle " olur " dedi. Kız dondurmayı ve 1 doları uzattı.... O sırada birden kasadan garip sesler çıktı ve kasiyerler çoşkuyla alkışlamaya başladılar ,birden herkes kızın etrafını sarmıştı,adam bir görevlinin kızın yanına giderek ,kıza 
     " Tebrikler ,siz JP marketler zincirinin kurulusundan beri alış veriş yapan 10 milyonuncu kişisiniz.1 milyon dolarlık bir ödül kazandınız."dediğini duydu. Bir süre sonra kasiyerler yeniden çalışmaya başladı,kasiyer onun parasını alırken, " ne kadar sansızsınız ,tam da sıra size gelmişti,o para sizin hakkınızdı "dedi.Adam "önemli değil "demek istedi ama sanki sesi çıkmıyordu. 
     Marketten çıkarken kalabalığa son kez baktı, o sırada zevkle dondurmasını yiyen ve etrafa gülücükler dağıtan küçük çocuğu ve güzel   kızı gördü. Kız çok şaşkındı ve gülüyordu . Bir an göz göze geldiler,o an kız gülmeyi bıraktı,bir şey söylemek ister gibi adama baktı. O sırada kendisine sorulan bir soruya cevap verdi.Tekrar adama doğru döndüğünde,onu göremedi ,adam arabasına binip gitmişti. 
     Adam ,yolda giderken sürekli üzülmemeye çalışıyor ve kendi kendine " sadece o küçük çocuğu düşündüğüm için sıramı verdim " diyordu.Göğsünde bir acı hissi kalmıştı. Siz adamın ya da kızın yerinde olsanız ne yapardınız ? 
      Tabii ki öykü burada bitmiyor.Devam edelim, bakalım neler oldu. Adam üzgünce evine gitti.Ertesi gün tüm gazetelerde çarşaf çarşaf kızın resimleri vardı,mutlulukla gülümsüyor bu para ile ne yapacağını anlatıyordu.Adam gazeteyi fırlatıp çöpe attı. Kıza o gün parası ödenmişti.Kız önce güzel bir elbise almış ve ,kuaföre gitmişti.Kendime bir araba alırım kalanı ile diye düşündü. Ama nedense kendisini mutlu hissetmiyordu,hep kendisine sırasını veren o tatlı adamı düşünüyor ve vicdan azabı çekiyordu.Ben onun sırasını aldım diye..Adam hiç itiraz etmemiş,sessizce marketten gitmişti. Kendisini onun yerine koydu ve Ben olsam 1 milyon dolar benim olacakken sıramı verdiğim kişiye gitse ne yapardım diye..Herhalde çok üzülürdüm dedi. 
     Kararını verdi, sabah bir avukata gidecek ve bu parayı adama vermelerini isteyecekti,gerçi adamı hiç tanımıyordu ama avukat bir yolunu bulur diye düşündü. Şimdi rahatlamıştı,huzurlu bir biçimde uykuya daldı. 
     Birkaç gün sonra adamı bir avukat aradı,adını marketteki kasiyerden aldıklarını ve kredi kartı numarasından kendisine ulaştıklarını söyledi ve devam etti." müvekkilim o gün sıranızı verdiğiniz için teşekkür ediyor ve paranın sizin hakkiniz olduğunu düşünüyor,para bankadaki hesabınıza yatırıldı.Ama içinden 150 dolar eksik ,onunla Miss. Steward bir elbise almış ve kuaförde saçını yaptırmış,daha sonra size o 150 dolarıda gönderecek." 
    Adam telefon elinde kalakaldı. İlk şaşkınlığı geçince kızın çalıştığı şirkete gitti.Yemeğe çıktılar adam hem kıza teşekkür etti ,hem de bu paranın yarısını kıza verdi.Uzun uzun bu parayla ne yapacaklarını konuştular ,hayallerinden bahsettiler,parayı harcadıkça ne yaptıklarını birbirlerine söylemeye karar verdiler. Zamanla birbirlerinden çok hoşlanmışlardı,paraysa bir vesile oluyor birlikte harcıyorlardı.

      1 yılın sonunda bu parayla bir çok şey almışlardı ve para bittiğinde evlenmeye karar verdiler. Simdi 2 çocukları var ve çok mutlular. Her yıl JP marketlerin kuruluş yıldönümüne katılıyorlar,tüm caddelerdeki billboardları süsleyen marketin reklam kampanyasında onların alışveriş yaparkenki mutlu resimleri süslüyor. Altında da kocaman " amacımız mutluluğunuzu artırmak !(jip marketler zinciri) yazıyor 

4 Mart 2014 Salı

Hüsrev Ağabey Afyon Hapsinde



Rahmetli Vahşi Şaban ağabey merhum Hüsrev Altınbaşak Ağabey’in Afyon Yusufiye medresesinde başından geçen şu enteresan hatırayı naklediyor; “Beni Afyon hapishanesinde canilerin koğuşuna koydular ki öldürtmek için. İçeride 60 kadar cani var, en aşağı ceza alan 50 sene almış.
Girdim, selam verdim, selamımı alan olmadı. Orada bir yere oturdum. Hapishane idaresi yatak yorgan vermediği için o soğuklarda üç gün yerde yattım. Kimse oralı olmadı. Tabii bu zaman zarfında namazımı kılıyorum. Üç gün sonra bir adam yanıma yaklaştı. Oranın efesi imiş. “Hoca mısın sen?” diye sordu. “Değilim ama namaz kılarım” dedim. Sonra aramıza şu şekilde bir muhavere oldu;
-Bir soru sorsam bilir misin?
-Bildiğim bir şeyse söylerim, sor?
-Ben 18 tane adam yaktım, 15 tane adam öldürdüm, hırsızlık yaptım, şunu yaptım, bunu yaptım. Ben bu halimle cennete girebilir miyim?

-Kardeşim şöyle bir otur ben sana bir cevap vereyim” dedim, oturdu. Nerelisin sen? dedim, Karadenizliyim dedi.
-Karadeniz’i hiç gördün mü?
-Gördüm elbette..
- Peki söyle bakalım; Bu Karadeniz’e bir damla su damlatsak arttığı belli olur mu?
- Olmaz.
- Peki bir damla alsak, azaldığı belli olur mu?
- Olmaz.
Aynen bunun gibi Cenab-ı Hakkın öyle Rahmet okyanusları vardır ki senin günahların onun yanında bir damla bile değil. Eğer sen pişman olur sıdk ile, sadakatle tövbe eder, beş vakit namazını kılarsan değil Cennete girmek, orta yerine bile gidersin.
Bu söz üzerine bu bir ayağa kalktı ve diğer mahkûmlara bağırarak; “Ulan deyyuslar, bana Cennet olduğuna göre size haydi haydi..”

Tam köşede bir su borusu vardı her şeylerini orada yıkıyorlardı. Oraya battaniye gerdirdi. Herkese gusül edip abdest almalarını emretti. Ama korkudan, ama güzellikle öğlene kadar herkese güzelce abdest aldırdı. Öğlen vakti; “hocam sen imamsın, biz cemaat” dedi. O günden itibaren beş vakti cemaatle kılmaya başladık.
Akşam olunca mahkûmlara bütün yatakları üst üste koymalarını emretti. Sebebini sorunca; “hocam, sen orada üç gün soğukta yerde yattın. Bir hatırını sormadık. Ceza olarak üç gün biz yerde sen de bu yataklarda yatacaksın” dedi. Dedim ki; “kardeşim siz onu bilmeden işlediniz. Ben bile bile bu zulmü nasıl işlerim. Siz bana bir yatak verseniz kâfi”
Sonraki günlerde tesbihata da başladılar. Bir gün o efe yanıma geldi. “Hocam” dedi “Eğer bir şey olmaz da sağ salim dışarı çıkabilirsem ilk işim nerede olursa olsun senin ziyaretine gelecem”
Gerçekten 1950’de bir af çıktı. Bütün koğuş tahliye edildi. Bu zat yürüyerek Afyon’dan Isparta’ya ziyaretime geldi. Neden önce ailesini ziyaretine gitmediğini sordum. Ağlayarak dedi ki; “Hocam o ailem değil mi ki ben bu günahları işlerken beni men etmeyen. “Sen efesin, efesin” diye beni teşvik eden. Sen ise hem benim hem de arkadaşlarımın hidayetine vesile oldun. Amerika’da bile olsan vallahi yine gelirdim. Allah senden razı olsun.”

1 Mart 2014 Cumartesi

HAPİSHANEDEN KURTULUŞ [HİKAYE]

Nebraska'da yaslı bir adam yaşardı. Patates ekini icin bahceyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu cok zor bir isti. Tek oğlu olan David ona yardim edebilirdi fakat o da hapisteydi. 
Yaslı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.
Sevgili David,
Patates bahcemi belleyemeyecegimden kendimi cok kotu hissediyorum. Bahceyi
kazmak icin oldukca yaslanmis sayilirim. Burada olsan butun derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler Baban

Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı:
Babacığım,
Babacığım Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.
Sevgiler David

Ertesi gun sabaha karsi 4'de FBI ve yerel polis cikageldi ve tum sahayi
kazdi lakin hic bir cesede rastlamadilar. Yasli adamdan ozur dileyerek
gittiler. Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

Babacığım,

Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu sartlarda yapabilecegimin en iyisini
yaptim.