30 Eylül 2013 Pazartesi

PROBLEM KİMDE? :)


Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi Duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne  kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.

"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma  tonuyla bir
şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra  20 adım;
cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla"  O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi  uygulamaya  koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Cevap yok
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu  tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Gene cevap yok
Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş  "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"  Hala cevap yok
Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu  tekrarlamış
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"  Gene cevap alamamış  Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
"Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk"

Hikayenin ana fikri:
Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki
kişilerde  olmayabilir.
Problemlerin sebebini iyi analiz etmeliyiz.

Aynı dili konuşanlar değil,
Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir  


28 Eylül 2013 Cumartesi

Beyninize bir köpekbalığı atın...



BEYNİNİZE BİR KÖPEK BALIĞI ATIN
Japonlar taze baligi hep cok sevmislerdir.
Fakat Japonya sahillerinde bol balik bulmak mumkun olmamaktadir.
Balikcilar, Japon nufusu doyurabilmek icin
daha buyuk tekneler yaptirip daha uzaklara acilabilmislerdir.
balik icin uzaklara gidildikce, geri donmesi de daha cok vakit alir olmustur.
Donus bir - iki gunden daha uzarsa, tutulan baliklarin da tazeligi
kaybolmaktadir.
Japonlar tazeligi kaybolmus baligin lezzetini sevmemislerdir.
Bu problemi cozebilmek icin balikcilar teknelerine soguk hava depolari
kurdurmuslardir.
Boylece istedikleri kadar uzaga gidip, tuttuklarini da soguk hava
deposunda dondurulmus olarak saklayabileceklerdi.
Ancak Japon halki taze ile donmus balik lezzet farkini hissedebiliyor
ve donmus olanlara fazla para odemek istemiyorlardi.
Balikcilar bu defa teknelerine balik akvaryumlari yaptirdilar.
Baliklar iceride biraz fazla sikisacaklardi, hatta, birbirlerine carpa carpa birazda aptallasacaklardi, ama yine de canli kalabileceklerdi.
Japon halki canli olmasina ragmen bu baliklarin da lezzet farkini anlayabiliyorlardi.
Hareketsiz, uyusmus vaziyette gunlerce yol gelen baligin, canli, diri hareketli taze baliga gore lezzeti yine de etkilenmisti.
Balikcilar nasil olacakta Japonya'ya taze lezzetli baligi getirebileceklerdi ?
Siz olsaydiniz ne yapardiniz ?
Hedeflerinize ulasir ulasmaz, mesela mukemmel bir es buldunuz veya
cok basarili bir firmaya girdiniz, borclari odediniz v.s. Heyecaniniz kaybolmaya baslamaz mi?
Asiri calismaniz gerekmiyorsa rahatlamaz misiniz?
Lotoda buyuk ikramiyeyi kazananlar parayi savurmaya baslamaz mi?
Japonlarin Taze balik probleminde oldugu gibi cozum aslinda basittir.
1950'lerde L.Ron Hubbart'in gozlemledigi uzere "insanoglu ancak hırs
iddiasi icinde bulunursa anormal cabalar sarf eder."
Ne kadar akilli, uzman, inatci iseniz iyi bir problemle ugrasmaktan o
kadar zevk alirsiniz.
Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adim adim cozebiliyorsaniz
bundan da o derece mutluluk duyarsiniz, heyecan duyarsiniz ve enerji
dolu, canli, ayakta kalirsiniz
Japonlarda baliklari yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak icine kucuk bir de kopekbaligi attilar.
Bir miktar balik kopekbaligi tarafindan yutulmustu,
ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmislerdi.
Buradan da gorulecegi uzere problemlerden, uzaklasmaktansa icine atlamak,
bogusmak ve onlari yenmek gerekir.
Problemimiz cok ve cesitli olabilir.
Umitsiz olmayin. Onlari taniyin,
organize edin, kararli olun, daha cok bilgi ve yardim destegi ile onlarla savasin.
Beyninize bir kopekbaligi atin ve nelere ulasabileceginizi o zaman gorun...



24 Eylül 2013 Salı

DEĞİŞİK ÖĞRETMEN TİPLERİ





Külyutmaz Bey!       Haşine Hanım!
Sınırları ve kuralları belirli ve dar çerçevelidir.Gözü devamlı öğrencidedir ne zaman hata yapacaklar diye bekler.Sene başından sonuna kadar oturacakları yerlere varana kadar her şeyleri azami düzen içindedir.Sıralar hiç değişik düzende ders yapmak için bozulmaz hep bir çizgidedir.Çok geçerli bir sebep bile olsa öğrenci sınıftan dışarı çıkamaz. Sınıf genel olarak sessizdir.Öğrenciler öğretmenin rahatsız edilemeyeceğini bilirler.Öğretmen çok sıkı disiplinden yana ve kayıtsız şartsız itaat istemektedir.Öğrenci öğretmeni dinlemezse ne olacağını iyi bilmektedir.Sınıfta sıkı kurallar vardır ve öğrencilerin bu kurallar üzerine konuşmaya hakları yoktur.Neden sorusu hemen hemen hiç sorulmaz. Bazen hata yaparlarsa zayıf nottan kurtuluş olmadığının da farkındadırlar.Zayıf notu kurtarmak için ek imtihan söz konusu olamaz.Öğretmen öğrencilerini sevip saydığını ,onlardan yana olduğunu başarılarını istediğini gösterememektedir.Bu öğretmenin öğrencileri bu dersi ne isteyerek ne de gerekli olduğunu düşünerek başarılı olmak için gayret göstermez.Sadece iyi not alalım da ders başımıza dert olmasın düşüncesindedirler.
 Öğrencilerin bu öğretmen hakkındaki düşünceleri:
Bana ne bu öğretmenden! Bana en ufak bir iyi niyetli yaklaşımı yok ki bende onu seveyim.Devamlı bağırıyor ,çağırıyor ,haksızca notlar veriyor.Sevdiği bir iki öğrenci var ,tüm dersleri onlarla işliyor. Şu sene bitse de kurtulsak bu adamdan!
   Sevilen  bey!     Sevil Hanım!
Öğretmen öğrencileri devamlı kontrolde tutmaktadır ama onları hayata en iyi şekilde hazırlamak  için fırsatlar arar.Koyulan kuralların nedenlerini ve topluma faydasını ikna edici biçimde açıklar.Disiplinsizlik durumunda öğrenci saygılı fakat sıkı kurallarla karşılaşır.Af edileceği ümidi her zaman vardır içinde.Öğretmen onu yanlış anladıysa rahatlıkla öğretmenine meselenin diğer vechesini açıklayabilir.Öğretmen onlara devamlı saygılı olduğu için genelde öğrenciler saygısızlık yapmazlar.Oto kontrol sistemiyle yaramazlık yapan diğer arkadaşlarını uyarırlar.’Bu hocaya da bu yapılmaz’ sözü kendi aralarında sık duyulur.Zayıf alan öğrencinin neden zayıf aldığı mutlaka araştırılır.Hastalık veya elde olmayan sebepten alınan zayıf notlar için tekrar imtihanı yapılır.Sebepsiz zayıf notlar bazen kurşun kalemle yazılır ,öğrenci gayret ederse iyi nota değiştirme imkanı vardır.Herhangi bir şeyi anlamadıklarında rahatlıkla sorma imkanları olduğundan severek ve isteyerek dersi öğrenirler.Ders dışındada anlamadıkları bir mevzu için rahatlıkla öğretmeni rahatsız edebilirler.Öğretmen öğrencileri ile sulu şakalar yapmaz ,aradaki perdeyi yırtmamaya gayret gösterir.Ciddidir ama sevecendir. Öğrencilerinin özel hayatını bilir bunun içindir ki problem çıktığı zaman kaynağını çabuk anlar ve işin üzerine sakince gider. Öğrenci ceza alacaksa bile bunu terbiyesinde faydalı olacak şekle getirilmesi için gayret sarfeder.Başarılı başarısız öğrenci ayrımı yapılmadığından öğrenci haksızlık yapıldığını hiç düşünemez.Amirleri onu idari kadroya almak isterler ama öğrencilerle öyle içli dışlıdır ki o bunu istemez.
 Öğrencilerin bu öğretmen hakkındaki düşünceleri:
Bu öğretmeni çok seviyoruz.Adil ve sevecen.Öğrencilerin de hata yapabileceğini düşündüğünden problemlere daha mantıklı yaklaşıyor.Sizi hiçbir zaman bozmaz,azarlamaz dalga geçmez. Hafif boynumuzu bükük görse sebebini araştırır,yardımcı olur.Onun için rahatlıkla onunla özel meselelerinizi bile konuşabilirsiniz.Ben bile unutmuştum yaş günümü,geçende geldi ve kulağıma ‘yaş günün kutlu olsun dedi’, sanki dünyalar benim olmuştu… Keşke her öğretmenimiz böyle olsa, ona canımızı veririz!
SAKİN BEY!   SAKİNE HANIM!
 Aşırı toleranslıdır.Öğrencilerin onun dersinden sonra başka bir dersten imtihanları vardır Öğrenciler ders yapmayıpta imtihana çalışmak istediklerinde öğretmen hemen izin verir.‘İstediğinizi yapabilirsiniz ama biraz daha sessiz olun lütfen’ bu sınıfı açıklayan bir cümle olabilir.Öğretmen öğrenci ne yaparsa yapsın kırmak istemez.Dersler genelde gürültülü geçer.’kim soruyu yapacak ‘deyince diğer sınıflardan duyulabilecek ‘ben ben ‘sesleri ortalığı kaplayacaktır.Öğretmen öğrencilerle o kadar samimidir ki,öğrenciler el şakası bile rahatlıkla yaparlar.Bu yolla onlara yakın olunabileceğini dolayısıyla da problemleri daha rahat çözebileceğini söyler.Ödevin gerekliliğine çok inanmaz.Genelde ödev vermez.Öğrenciler bazen deftersiz bile sınıfa gelebilirler.Öğretmene göre önemli olan öğrencinin konuyu anlayıp anlamamasıdır.Dersinden şimdiye kadar hiç kimse sınıfta kalmamıştır.Notlar genelde yüksektir.
 BU ÖĞRETMENİN ÖĞRENCİLERİ:
 Genelde Ders çalışmazlar,çünkü dersten önce biraz bakmak yüksek not için yeterlidir.Sınıfı kontrol edilemediğinden çok bir şey öğrenemezler.Bazı öğrenciler onu severler ama saygı göstermek nedir çok bilmezler.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Harekete geçmemiz lazım;daha daha fazla tüketip,tamamen tükenmeden...



Tıklım tıklım olmuş, yine de kışlık konserveler gibi üzerine yenilerini ekleyip sıkıştırmaya ve içindekileri eksiltmeden her yeni geleni sığdırmaya çalıştığımız gardıroplarımız...
   Açtığımızda başımızı döndüren ve ne yiyeceğimizi şaşırdığımız,içerideki kalabalıktan dolayı hep arkalarda kalıp yemeyi,pişirmeyi hatta varlığını unuttuğumuz,bozulması kaçınılmaz gıdalarla dolu,içindekilerin bir kısmını mideye diğer bir kısmını da çöpe indirdiğimiz buz dolaplarımız...
''Azıcık aşım,kaygısız başım.''mantığını çoktan terk ettiğimiz,''Aşırı aşım,kaygısız  başım.''duyarsızlığının zirvelerine ulaştığımız tüketim toplumu...Tükettiğimiz sadece paramız,yediğimiz,içtiğimiz ve kullandıklarımız değil,vicdanımız ve insanlığımız aynı zamanda...Gün geçtikçe eksiliyor.Yetinme duygumuzu sözde yaşam merkezleri olan alışveriş merkezlerinde harcıyoruz her geçen gün...İletişimimizi,kasalardaki ''Nakit mi,kredi kartı mı?''sorularıyla köreltip ''Pazarlık sünnettir''den başlayan ''Memleket neresi''diye devam eden,çarşı pazar muhabbetlerini rafa kaldırdık...Alışverişlerimizi aylar süren vadelere bölerken,insani vasıflarımızı,tek slipte ezip geçiyoruz...Sürekli tüketiyor ve hızla tükeniyoruz...Oysaki mutluluk,verebilmek ve paylaşabilmekte gizli...Sürekli almak,bizi daha doyumsuz hale getiriyor. Artık böylesi bir maddiyat dünyasında yaşarken,yenisini vermek iyice zorlaştı da,en azından eve her yeni getirdiğimiz eşyanın ''eskimeyen''eskisini,ihtiyacı olana verebilsek...Vermenin ve paylaşmanın harikalığıyla huzur bulan ruhumuz,ihtiyaç sahiplerini sırtını ısıtan bir hırka olsa ya da çocukları sevindiren bir çikolata parçası...
Tüketiyor ve tükeniyoruz...Haydi,yerimizden kalkalım.''Bir gün mutlaka giyerim''dediğimiz kazaklar,dolap beklemek yerine bir yoksulun soğuk kış günlerini ısıtsın.''Pahalıya aldım,çok kaliteli''dediğimiz elbiseler,hızla aldığımız kilolarla beklediği yerde içine sığılmaz hale geleceğine,bir hanımın bayramlığı olsun.''Hatırası var.''dediğimiz gelinlik ve damatlıklarımız kutularda yer işgal etmek yerine genç kızların ve genç erkeklerin hayallerini süslesin.Geçmiş günlerin hatıraları mutluluklarda yaşar zaten,kutularda hapsetmeye gerek yok ki.
  Kullanmadığımız tırnak  makasına dahi ihtiyacı olanlar var.''Bir eve bir tanesi yeter.'' diyebileceğimiz eşyalarımızı ya da bilinmeyen bir zamanda giymek üzere beklettiğimiz giysilerimizi gerçekten ihtiyacı olanlar için ayıralım.''İhtiyacı olanı nereden bulabilirim?''diyorsanız,ya çevrenizdeki yardım kuruluşlarına başvurabilir,ya da mahallenizin muhtarından yardım isteyebilirsiniz.Harekete geçmemiz lazım;daha daha fazla tüketip,tamamen tükenmeden...

                                                                                       Gonca ANIL
                                                                   Süper Beyin Dergisi Aralık-2012

22 Eylül 2013 Pazar

Olumsuz Düşünce


Olumsuz düşünce bireyin çevresinden gördüğü toplumsal negatif öğrenme ile gelişen bir engelleyici yargılama biçimidir. Arkadaşlar arasında, ailede, okulda , iş hayatında sosyal hayatta bireyin nedenleri tam açık olmadan konulara olumsuz bakmasını doğurur. Olumsuz düşünce insanoğlunu engelleyen ve bireyin hayatını yıkıma götüren bir urdur. Ve olumsuz düşünce, duygusal bir kanser gibi mücadele etmesi çok zor bir hastalıktır.

Olumsuz düşünme veya olumsuz düşünce günlük yaşantımızdaki konuşmalar içinde sıkça vucüd bulur. Gidin bir kıraathaneya oturun , bir tavşan kanı çay söyleyin kendinize... Ve derin düşüncelere dalmışcasına çevrenizi dinleyin.

En uzun şehir içi otobüse binin ana duraktan. Ve ortalarda bir cam kenarına yerleşip, uyur gibi dinleyin otobüste konuşulanları son durağa ulaşmadan .
•- Beceremezsin !
•- Abi , bizden bişi olmaz yaaa!
•- Hayyatta yapamazsın !
•- Boşuna uğraşma !
•- Kolay mı zannediyosun başarmayı !
•- Sen kim , o iş kim ?
•- Oğlum sana yedirmezler !
•- Hiç heveslenme !
•- Niye uğraşıyon, nasılsa sonuna kadar gidemezsin !
•- Yapamazsın !
•- Tek başına halledemezsin !

Peki OLUMSUZ DÜŞÜNCE birey üzerinde neler yapar ?
•Olumsuz düşünce BULAŞICIDIR. Birey, etkisi altına girdiği olumsuz düşünceyi aldığı çevreden farklı olarak , ilişkide olduğu başka kişilere de bu olumsuz düşünme biçimini aktarır.
•Olumsuz düşünce umudu söndürür. Birey olumsuz düşünme etkisi altında olduğu sürece , iç motivasyonunu dinamik tutan umudunu yitirir.
•Olumsuz düşünce potansiyeli sınırlar. Birey girişimciliğini ve onu harekete geçirecek iç dinamiklerini kaybeder. Ya da var olanı olumsuz düşünme yüzünden kullanamaz.
•Olumsuz düşünce yaşamdan keyif almamızı engeller. Olumsuz düşünme etkisiyle kişiler hayal kurmaz, duygusal monotonluk ve depresyonla yaşamaya başlar.

OLUMSUZ DÜŞÜNCE birey üzerinde ciddi ruhsal hastalıklara sebebiyet verebilir.Olumsuz düşünmek stresi en çok artıran düşünce tarzıdır . Hatta bu stres ve psikolojik bozukluklar beraberinde organik, biyolojik hastalıklara zemin hazırlar.

Ters giden bir durumda herşeyin kötü gittiğini ve gideceğini düşünmek, kendini suçlamak, çaresiz olduğunu hissetmek vs, kesinlikle olumsuz ve faydasız düşüncelerdir. Bunların yerine ufak aksilikleri büyütmemeye çalışmalı, çabalayarak bazı şeyleri düzeltebileceğimize inanmalıyız. Sıkıntı çeken bir insan olarak yalnız olmadığımızı, benzer şeyleri herkesin yaşadığını düşünmeli ve bunun gibi olumlu düşünce tarzlarını geliştirmeliyiz.

Bu yazımızı konumuzla ilgili anlatılagelen bir hikaye ile bitirelim:

Günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar.

Ve yarış başlamış. Gerçekten seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:

- "Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!"

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış:

- "...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."

Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar.

Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı basarmış. Diğerleri hayret içinde bu isi nasıl başardığını öğrenmek istemişler.

Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş.. Bu işi nasıl başardı diye. O anda farkına varmışlar ki, kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Olumsuz düşünen insanları duymayın; onların düşünce ve yargılarına itibar etmeyin... 


  resim kaynak

21 Eylül 2013 Cumartesi

Özgür olmalı Çocuklar Ve tabii kediler de..




Bir kediyi, bir de çocuğu hoplayıp zıplarken görmekten fena halde haz duyarım. Her ne kadar resim ve tasvirlerde sıcağa sığınmış uyuklayan kediler yer alsa da, ben hazzetmem uyuşuk kedilerden. Ve tabii çocuklar da...
Eskilerin, epey eskilerin ileride iş yapacak sağlam, girişken ve gözünü budaktan sakınmayan birey ararken, çocukların kafalarını sıfır numaraya vurup, kafadaki kırık sayısına göre seçim yaptıklarını duyduğumda yüzümde benzersiz bir mutluluk gülümsemesi belirmişti.

Yara demek deneyim demek değil miydi aslında? Ve her yara belki bir özgürleşme madalyasıydı.

Kediler özgür olmalı... Ve tabii çocuklar da...

Eski aristokrat evlerin mahzenlerinde saklanan kavanozlar vardır. Hani şu Hacı Abdullah türü lokantaların raf ve vitrinlerini süsleyen türden. Muhteşem bir şeffaflık ve içinde billur gibi bir sıvıda duran meyve ve sebzeler. Turşu yahut komposto olarak bekletilen bu cam kavanozlar nedense hep içimi burkar. Ve ne zaman yüzünü cama dayamış, sokağı seyreden bir çocuk görsem hep bu kavanozları hatırlarım. Bir çeşit mahpus hayatı gibi gelir bana o çocuğun yaşamı.

Çocukluğun turşusu kurulamıyor maalesef ve çocuktan kompostonun tadı pek hoş olmaz sanırım. Ezilir çocuk ruhu, camdan bölmelerin ardında, lakin ebeveyn onu tehlikelerden korumak için içeride tuttuğuna inanır. Koruma güdüsünün neden olduğu tutsaklık!

Bilumum tehlike işte; kötü arkadaş, kirli çevre, terleme, yorulma, sakatlanma vesaire... Ama atalarımız kafasındaki kırık sayısına göre belirlermiş çocukların geleceğini... Bu nedenle kafasında kırık izi olmaz yanağını cama dayamış çocukların. Gözlerinde ezik bir hüzün, yanakları cama dayalı bir şekilde buharlaştırana kadar camları bakarlar dışarı. Hayat oradadır; dışarıda; camın öte yanında... Durmaksızın akıp gider yollar, sokaklar, oyunları...

Kirli çocuklar görürler camdan yanaklı çocuklar... Terlemiş, düşüp dizini kanatmış, burnu akan... Anlamam çocuklarını camdan kafese hapseden anneleri; 'çimlere basmayınız' levhalarını koyan devletlûları anlamadığım gibi.

Ne münasebet çimlere basmamak! Çimler basılmak içindir, toprak üzerinde uzanmak!

Esasen beton yapılarla çimleri çevrelen zihinlere asmak lazım tüm uyarı levhalarını... Upuzun gökdelenlerle dilim dilim dilimlenmiş masmavi gökyüzünü, kuyunun içindeki kurbağa gibi hüzünle izleyen cam yanaklı çocuklar hep hüzünlendirir beni.

Bebekler henüz daha gözlerini bile açmadan el ve ağızlarıyla, yani dokunarak tanıyıp, zihinlerine tanımlarlarmış çevreyi. Minik bir bebeğin yakaladığı her şeyi ağzına götürmesi, onu yemek istemesinden değil, bu dokunarak tanıma sürecinin olağan reflekslerinden biriymiş.

Bu nedenle bir tek camı tanıyabiliyor cam yanaklı çocuklar. Yağmura dokunamıyor, çamura, çime, toprağa, arkadaşının dizine, topa ve daha bin çeşit şeye...

Oysa kediler dokunmalı ki, hayat denen o eşsiz mucizevi kaynağın neşesini hissetsin insanoğlu.

Ve çocuklar da...

Dokunmalı...

Ve çekmeli yanağını camlardan...

Kırıp camdan kafesin duvarlarını dışarıya çıkmalı mutlaka. Temas etmeli. Ve koşmalı hatta... Hoplayıp zıplamalı tıpkı kediler gibi. Düşmeli, kanamalı, canı yanmalı, iyileşmeli sonra, izler kalmalı küçük yaralanmalardan bacağında...Ve biz bu yaralara bakarak anlamalıyız hayatımızın anlamını.

İnsan yaşadığını ancak o zaman hissediyor zira!

Özgür olmalı çocuklar.

Ve tabii kediler de...


m.Nedim Hazar

18 Eylül 2013 Çarşamba

Hayallerinizden Vazgeçmeyin...



Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına çocuk..
"Bu senin yasında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım.
Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi. ."
 

15 Eylül 2013 Pazar

Renée C. Byer 'a pulitzer ödülünü getiren bir anne ile çocugunun kanser karşısındakı savaşının tasviri...

Renée C. Byer 'a pulitzer ödülünü getiren bir anne ile çocugunun kanser karşısındakı savaşının tasviri...
kısacası hayatın ta kendisi. İnsan bu durum karşısında benim gibi saatlerce ağlayabilir...






















14 Eylül 2013 Cumartesi

Annemizden öğreniriz...



İYİ YAPILMIŞ BİR İŞİ TAKDİR ETMEYİ
"Bana bakın, gidin birbirinizi dışarda gebertin, evi daha yeni temizledim...

DUALARIN GÜCÜNÜ:
"Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu farketmedi..."

ZAMANA KARŞI YARIŞMAYI:
"O oyuncaklarını topla yoksa bi tekme attığım gibi hepsini karşı sahilden toplarsın.....

MANTIKLI DÜŞÜNMEYİ:
"Ben öyle diyosam öyledir...!!!"

HAYATIN TRAJİKOMİK YANLARINI:
"Sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürücem..."

HAYATIN çelişkilerle DOLU OLDUĞUNU:
"Kapa çeneni ve çorbanı iç ..!!"

DAYANIKLI OLMAYI:
" O ıspanak bitene kadar sofradan kalkmak YOK..!!!"

HAVA RAPORU TAHMİNİ YAPMAYI:
" şu dağınıklığa bak... yabancı biri görse odanın ortasından kasırga geçmiş sanır..."

GENETİK BİLGİLERİ:
"Sen de o lanet olası babana çektin."

BİLGELİĞİ:
"Benim yaşıma gel de anlarsın o zaman."

ABARTMAYI:
"Sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabılarınla içeri girme diye..!!"

DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİNİ:
"Babana çekeceğine biraz bana çekseydin noolurdu ..."

OLAĞANÜSTÜ DURUMLARA HAZIRLIKLI OLMAYI:
"Dinleme bakalım anne sözü dinlemee...!!! ''Kafana meteor düşecek kenara çekil" diye bağırsam onu bile dinlemezsin di mi......!!!!"

KISKANMAYI:
" Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bi aileye sahip olmayan,
kaç milyon çocuk var biliyor musun..."

SABIRLI OLMAYI:
"Baban eve gelsin, sen görürsün''''

HAKKIMIZI ALACAĞIMIZI:
"Eve vardığımızda ben bilirim sana yapacağımı"

DİYALOG KURMAYI:
"Sana bir şey sorduğumda cevap ver...!!"
"Ne söyleyeyim anne?"
"Sus!! Bana cevap verme!!!"

TIP BİLGİLERİNİ:
"Gözlerini şaşı yaparken bir gün öyle kalıvereceksin"

OLGUN OLMAYI:
"Bu tabağın hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin."

İLERI GÖRÜŞLÜ OLMAYI:
"çıkmadan önce temiz bi camaşır giy.. yolda Allah korusun başına
birşey gelir, kirli çamaşırla etrafa rezil olursun."

VE...ADALETİ:
"Bir gün senin de çocukların olacak.. inşallah onlar da sana senin şimdi bana yaptıklarını yaparlar..."



Teknik destek elemanları ve müşterilerin komik diyalogları



Teknik destek elemanları ve müşterilerin komik diyalogları

- Teknik Destek: Nasıl bir bilgisayarınız var?
- Müşteri: Beyaz


- Teknik Destek: Ekranınızın solundaki 'Bilgisayarım' ikonunu tıklar mısınız?
- Müşteri: Sizin solunuz mu, benim solum mu?


- Müşteri: Merhaba. Ben Aysu. Bilgisayarımdan çıktı alamıyorum. Her deneyişimde 'yazıcı bulunamıyor' diye bir uyarı yazısı çıkıyor. Yazıcıyı kaldırdım ekranın önüne koydum, hala 'yazıcı bulunamıyor' diyor.
- Teknik Destek: ...


- Müşteri: Yazıcımdan renkli çıktı alamıyorum. Bir şeyi eksik mi yapıyorum acaba?
- Teknik Destek: Yazıcınız renkli mi?
- Müşteri: Aaah, afedersiniz ya...


- Teknik Destek: Şimdi ekranınızın üzerinde ne var hanımefendi?
- Müşteri: Eşimin doğum günümde hediye ettiği ayıcık. Niye?


- Teknik Destek: Şifrenizi söylüyorum: küçük c, büyük a, küçük n, 7
- Müşteri: 7 büyük mü, küçük mü?


- Teknik Destek: Hangi anti- virüs programını kullanıyorsunuz efendim?
- Müşteri: Windows
- Teknik Destek: O anti- virüs programı değil efendim.
- Müşteri: Afedersiniz, Internet Explorer'dı.


- Teknik Destek: Buyurun efendim?
- Müşteri: Eee. İlk defa mail gönderiyorum da.
- Teknik Destek: Tamam. Ben size yardım edeyim.
- Müşteri: Adresteki 'a'yı yazdım da, çevresine daireyi nasıl çizeceğim?


- Teknik Destek: Günaydın. Size nasıl yardımcı olabilirim?
- Müşteri: Merhaba. Yazıcım çalışmıyor da...
- Teknik Destek: Anladım. 'Başlat' tuşuna basar mısınız?
- Müşteri: Bak dostum. Ben Bill Gates değilim. Bana öyle teknik konuşma!

12 Eylül 2013 Perşembe

Bavulları hep toplu durmalı insanın...



Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti.
Dayanışma, günümüzün borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri
artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız.
Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; Zaman, tek başına dimdik
ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır...
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan...
Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı...
Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama
huylarından vazgeçmeli...
Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan, yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür
duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/Paylaşılsa yalnızlık olmaz"
Dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "Şu anda size cevap verebilecek kimse yok! " denmeli,
"Belkide hiç olmayacak..." cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı...
Susmanın utancı öldürür...
O yüzden en sessiz gecelerde "Doğruydu, yaptım" la teselli bulmalı insan.
Feryada komşuların yetişmemesine,soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya
alışmalı...
Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, Kendiyle
hüzünlenip,kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, Ama hep kalıp savaşacak kadar
gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Can Dündar



8 Eylül 2013 Pazar

MİM...

Sevgili gügüyle herşey ve neşeliişler dükkanı mimlemişler  beni.bize de cevaplamak düşer:)

*HAYATINIZDA  HIC  MUCIZE  OLARAK  NITELENDIREBILECEGINIZ  BIR  OLAY     YASADINIZ MI?



hayatın kendisini mucize olarak görüyorum.ama ilk mucize diye düşündüğüm an kızımı kucağıma aldığım andı..

*ALMAYI  DÜSÜNÜP  DE  ALAMADIGINIZ  NE?


çok şey vardır aslında.o kadar çok şey düşünüp sonrada unutuyorum ki!ama son zamanlarda profesyonel bir fotoğraf makinesi istiyorum..

*KIYAFET  KONUSUNDA TAKINTILARINIZ VAR MI?




eveeet var :) aynı kıyafeti üst üste giyemem vede mutlaka renk uyumu olmalı.

*NEFRET ETTIGINIZ HUYLAR VE INSANLAR ?



iki yüzlü, ön yargılı ve merhametsiz insanlar...

*SIZI EN NET TANIMLAYAN KELIME?



dost (iddialı oldu dimi?):)

*HAYATA YENIDEN GELME SANSINIZ OLSA HANGI ÜLKEDE DOGARSINIZ?


yine ülkemde ama bu dönemde değil.60 lı yada 50 li yıllar olsa iyi olurdu:)

*TEK BASINA BIR INSAN KEYIFLENMEK ICIN NE YAPABILIR?


oh hooo çok şey: kitap,çikolata,kahve,hobiler vee sebo.

*NIKAH MASASINDA EVLENECEGINIZ KISIDEN HAYIR CEVABI ALIRSANIZ NE YAPARSINIZ?



zor bir soru ve durum ama ihtimal suratına bir yumruk yerdi ilk.o saate kadar aklı neredeymiş?

*INSAN KADERINI MI YASAR ,KADERINI MI YAZAR?


her ikiside...(inanç ve tevekkül)

*AKLINA GELEN ILK INGLIZCE KELIME?



it is a pencil :)


*INTERNETTE SAHIP OLDUGUNUZ ILK NICKNAME?



ilk düşgezginiydi ama kısa bir süre sonra alanay oldu hep.

gelelim mimi kime yollayacağımıza.bakı burada kararsız kalıyorum çünkü bakış açıları farklı olabiliyor.en iyisimi dileyen her kese yollamış olalım.kucak dolusu sevgi ve selamlar...

Vahit emmi, evlilik nasıl bir şeydir?


Vahit emmi, evlilik nasıl bir şeydir?

+Evlilik dağdaki keçi yolu gibidir evlat.

-Anlamadım.

+Şimdi bir dağ düşün yalçın mı yalçın. Sivri kayaları var. İşte doğar doğmaz bizi "hadi bu dağı aş" diye eteklerine bırakıveriyorlar.

-Hayat yani?

+Aferin! İlk başlarda iş kolay. Ama yükselmeye başladıkça dağ sarpa sarıveriyor... Dimdik kayaların, uçurumların arasında kalıveriyorsun. Gücün azalıyor... Derken senin gibi bir yolcu daha çıkıyor. Yoldaşınla omuz omuza, can cana verip bir keçi yolu açıyorsun kendinize. Artık tek başına değilsin. Biliyorsun ki artık o yolu iki kişi yürüyeceksin... Dağ yine yalçın. Ama artık yürümek zevkli. Nefesim tükenecek diye korkmuyor insan. Çünkü yanında kendi nefesin gibi bir nefes daha var... Anladın mı?

-Her evlilik sizinki kadar mutlu mudur?

+Yoldaşına bağlı. Biz zeliha'mla yan yana yürürken, dikenleri değil çiçekleri derdik, canımız yanınca ağladık, bir yandan türkü söylemeyi bildik. Ben "pes" deyince o "hadi" dedi, o yorulunca ben sırtımda taşıdım.

-Peki geçim sıkıntısı insanı mutsuz etmez mi?

+Bilmiyorum. Biz mutluluğu ne parada ne handa bulduk evlat. Bak bugün deniz kenarında zeliha'mla beraber çekirdek çıtlatıp, çay içerken, mutluluk da bizimle masada oturuyordu sanki.

Yedi Numara

7 Eylül 2013 Cumartesi

Çocuklarınızı ve içinizdeki çocuğu iyi yetiştirin..



Kızlarınızı iyi yetiştirin.Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin. Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin. İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin. Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin ; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.
Oğullarınızı iyi yetiştirin.Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının "aranmadığını" öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz Hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin

4 Eylül 2013 Çarşamba

21 senelik evlilikten sonra "aşk ışıltısını" canlı tutmanın yeni bir yolunu buldum.


Bir süre önce, başka bir kadınla çıkmaya başladım ve bu aslında eşimin fikriydi.

Bir gün eşim, beni çok şaşırtarak:

"Biliyorum ki onu seviyorsun" dedi.

"Ona da zaman ayırman gerekiyor"

Karımın, ziyaret etmemi istediği "öbür kadın"

19 yıldır dul olan annemdi. İşimin yoğunluğu ve üç çocuğumun beklentileri sebebiyle annemi görme fırsatım pek olamıyordu. O akşam annemi yemeğe ve ardından sinemaya davet ettim.

Endişelendi ve hemen;

"İyi misin, her şey yolunda mı?" diye sordu.

Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin mutlaka kötü bir anlamı olacağından şüphelenen tipte kadınlardandı.

"Seninle beraber ikimiz biraz zaman geçirmemizin güzel olacağını düşündüm." diye cevapladım.

"Sadece ikimiz mi?"

Biraz düşündü ve "Çok isterim" diye cevap verdi.

O Cuma, iş çıkışı onu almaya giderken kendimi biraz gergin hissediyordum. Eve vardığımda fark ettim ki o da, randevumuzdan ötürü hafif gergin görünüyordu. Kapısının önünde, paltosunu çoktan

giymiş bir şekilde bekliyordu. Saçlarını yaptırmıştı ve üzerinde babamla kutladıkları son evlilik yıldönümlerinde giydiği elbise vardı.

Bana melekler kadar ışıltılı bir yüzle gülümsedi. Arabaya bindiğimizde;

"Arkadaşlarıma oğlumla dışarı çıkacağımı söyledim ve gerçekten çok etkilendiler" dedi.

"Randevumuzun nasıl geçtiğini duymak için sabırsızlanıyorlar."

Gittiğimiz restorant, çok şık olmasa da sevimli, sıcak ve servisin kaliteli olduğu bir mekândı. Annemse, bir kraliçe edasıyla koluma girdi.

Yerimize oturduktan sonra ona menüyü okumam gerekmişti, çünkü küçük yazıları göremiyordu. Ben daha menünün ortalarındayken annemin nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüşle bana bakmakta olduğunu fark ettim:

"Eskiden, sen küçükken, menüleri okuyan bendim, sense meraklı bakışlarla beni dinlerdin" dedi.

Ben de gülümsedim;

"O zaman, şimdi senin rahat rahat oturma sıran ve ben de okuyarak borcumu ödeyebilirim" dedim.

Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi, sıra dışı hiçbir şey olmadı ama eskilerden ve hayatlarımızdaki yeniliklerden bahsederek kaybettiğimiz zamanın birazını telâfi etmeye çalıştık. O kadar çok konuştuk ve eğlendik ki film saatini kaçırdık. Akşam annemi bırakırken;

"Seninle tekrar çıkmak isterim ama ancak bu sefer benim seni davet etmeme izin verirsen" dedi ve bir akşam tekrar buluşmakta karar kıldık.

Eve geldiğimde eşim yemeğin nasıl geçtiğini sordu:

"Çok güzeldi" dedim "Düşünebileceğimin çok üstündeydi"

Birkaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti. Bu, o kadar âni gerçekleşmişti ki onun için bir şey daha yapma şansım olmamıştı.

Birkaç zaman sonra evime, annemle yemek yediğimiz restorantdan, ödenmiş iki kişilik bir yemek faturası ve üzerine iliştirilmiş bir not yollandı:

"Oğlum, bu faturayı önceden ödedim, çünkü seninle kararlaştırdığımız randevu gününe gelemeyeceğimden neredeyse yüzde yüz emindim. Yine de iki kişilik bir yemek ayarladım çünkü bu sefer eşinle beraber gitmenizi istiyorum.
Seninle olan o günkü randevumuzun benim için ne anlam ifade ettiğini bilemezsin. Seni Seviyorum."

O esnada, "Seni Seviyorum" demenin ve hayatta değer verdiğimiz insanlara hak ettikleri zamanı ayırmanın önemini anladım. Hayatta hiçbir şey ailenizden daha önemli değildir. Onlara hakları olan

zamanı ve ilgiyi verin çünkü böyle şeyleri erteleyebileceğiniz "başka bir zaman" ı her istediğinizde yakalayamayabilirsiniz.

resim kaynak

3 Eylül 2013 Salı

Meşhur Anne replikleri :)


Terli terli su içme!
Tanımadığın adamların arabasına binme!
Taşa oturma karnın ağrır
O yemeği yemezsen arkandan ağlar
Saat 12 olmadan evde ol
Ben senin arkandan toplamak zorunda mıyım?
Ben senin iyliğini düşünüyorum
Benimle herşeyini paylaşabilirsin
Seni her halinle sevebilecek tek kişi biziz (Anne-baba)
Yine mi çorap giymedin hasta olacaksın
Artık çocuk değilsin
Daha çocuksun sen
Kim bu arkadaşın biz tanıyor muyuz?
Bir gün çocuğun olursa anlarsın
O köprüden atlasa sen de mi atlayacaksın?
Sırtına birşey al üşürsün
Saçlarını kurutmazsan hasta olacaksın
Kalk orda uyuma yavrum yerine git
Ulaşınca beni çaldır en azından yavrum
Yeter eve gel sabahtan beri dışarıdasın
Şu çekmeceni dağınık bırakma
Sırlarını kimseye anlatma bana anlat ya da anlatamıyorsan duvara anlat
Tanımadığın kişilerle konuşma
Tırnağını yeme
Ben sana demedim mi  o çocuktan hayır gelmez diye
Senden şüphem yok ama etraftakilere güvenmiyorum
Kapıyı kimseye açma
Boş vaktinde evde uyu dışarı çıkma
Az asitli içecekler tüket miden delinecek
Anahtarını unutma
Herkes arkadaşın olsun ama bir tane dostun olsun
Bilgisayarın başında o kadar oturma gözlerin bozulacak
Şu telefonu yastığın altına koyma
Evin içinde top oynama
Ayakkabılarını kapıda çıkar!
Sana bir şey sorduğumda cevap ver! Ne söyleyeyim anne? Sus! Bana cevap verme!
Baban eve gelsin sen görürsün
Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bir aileye sahip olmayan kaç milyon çocuk var biliyor musun?
Babana sordun mu?