31 Temmuz 2013 Çarşamba

Zenginlik



Zenginlik; sabahları poğaça yiyebilmektir.
Zenginlik; merdivenleri yardımsız çıkabilmektir.
Pencereden bakıp, yoldan geçenleri görebilmektir.
Her akşam kendi kapını kapatabilmektir.
Saçının okşanmasıdır.
Kolundaki saatin geleceği göstermesidir.
Bir sonraki hafta için plan yapabilmektir.
Güzel günleri bekleyebilmektir.
Bazen bir tabak makarnadır.
Bazen iki tane domates ve bir taze ekmektir.
Kendine inanabilmektir.
Zenginlik varlığından mutluluk duyabildiğin herşeydir...

Fakirlikse,,
Bir kez tanıyıp,
Sonra yokluğunu öğrenmektir...

İclal AYDIN – 

30 Temmuz 2013 Salı

Bir erkeğin ağzından süper yemek tarifleri :)


Domatesli Biberli Yumurta :

Büyükçe bir tavaya yağ domates ve biber koyup bir sigara yakıyoruz. Sigaranın külü yere düşmek üzereyse yumurtaları eklemenin zamanı gelmiş demektir. Yumurtaları kırıp sigaramızı bitiriyoruz. Pişmiştir herhalde ocağın altını kapatıyoruz.

Biberli Domatesli Yumurta:

Her gün domatesli biberli yumurta yemekten sıkıldığımızda yapabileceğimiz bu enfes yemek tıpkı biberli yumurtalı domates gibi pişiriliyor.

Makarna:

Bir tencere dolusu sıcak suya makarna poşetini boşaltip maç izlemeye başlıyoruz. ilk yarının ortalarına doğru kalkıp altını kapatıyoruz. Tencerenin içinden seçtiğimiz makarnayı fayansa fırlatıyoruz. Yapışırsa pişmiş demektir. Devre arasında hala içinde su kaldıysa tencerenin kapağını kapatıp lavabodaki en kirli tabağın üzerine doğru döküyoruz. (o zaman hem tabak temizleniyor hem de makarnalar çatalla yenebiliyor) üzerine ketçap sıkıp yiyiyoruz. Not: Fayansa fırlattığınız makarnayı bi ara oradan alın. Sayıca fazlalaştıklarında bazen hangisini fırlattığınız karısıyo.

Tuzlu Makarna:

Yapılışı aynı makarnaya benziyor. Tek farkı bu kez makarnaları suya atmadan önce tuz koymayı akıl ediyoruz. öyle daha güzel oluyor.

Pilav :

Pilav aslında basit bir yemek değil. Aranan kriterler var. Tuzlu yumuşak ve tane tane olması gerekiyor. Sonuncusu kolay. Pirinçleri tek tek pişirdiğinizde tane tane oluyorlar ama uzun sürüyor. Maharet hepsini bir arada pişirebilmekte; ama çok da sorun etmeyin. Nasıl olsa içine yoğurt koyup bulamaç haline getirdiğimizde hepsi birbirine yapışıyor. Kısaca yağ koyup üzerine pirinç ekliyorsunuz. Sonra da su ve tuz koyup pişiriyorsunuz. Hem bunu süzmeye de gerek yok.

Patates Kızartması :

En kolay işlerden biri. Patatesleri soyup parmak gibi kesiyorsunuz ve kızgın yağa atiyorsunuz. Tek yapmanız gereken altını zamanında kapatmanız. Yoksa tencere alev alabiliyor. Bu yüzden sadece tv'de pembe dizi varken yapın.Bir de diğer yemeklerin aksine bunu tencereden yiyemiyoruz. Mutlaka tabağa koymak gerekiyor. Onun dışında çok kolay.


ORTA ZORLUKTAKİ YEMEKLER :

Hazır Pizza :

Pizzamızı fırınımıza atıp pişmesini bekliyoruz daha sonra fırından çıkarıp yanık yerlerini biçakla kazıyoruz. Dikkat edilmesi gereken tek şey kazırken üzerindeki malzemeleri mutfak tezgahına yapıştırmamak.

Hazır Köfte :

Bu da nispeten zor bir yemek. Bir miktar sıvı yağı teflon tavaya koyup köfteleri içine diziyoruz. Köfteler tavayla aynı renk olmadan altını kapatmak gerekiyor. O yüzden başında beklemek lazım.

ZOR YEMEKLER :

Konserve Türlü :

Bir miktar yağ ve salçayı tencereye koyup konservenin içindekileri döküp üzerine su koyuyoruz. Pişmesi çok uzun sürüyor. O sebeple başında beklemiyoruz. Gidip tv izliyoruz. Her seferinde yandiklari icin henüz tadına bakamadım ama konservenin üzerindeki resme bakılırsa güzel bi şeye benziyor.

Tavuk :

Yapılısı makarna gibi. Sıcak suyun içine atıyoruz arada pişip pişmediğine bakmak için hayvanın kaba etine çatal saplıyoruz. Bu yemek piştikten bir iki gün sonra üzeri jelibon gibi oluyor. Bu yüzden pişirirken isteğe bağlı olarak bolca toz şeker eklenebilir.

ULTRA ZOR YEMEKLER :

Kıymalı Bamya :


Konserve türlüye benziyor ama içine daha önceden kavrulmuş kıyma konulmalı. Kıyma kavurmak çok zor ve zahmetli bir iş. Bu yüzden makarna pişirmeyi öneriyorum.

PÜF NOKTALARI

1-) Yemekleri daima tencerenin içinden yiyin. Böylelikle tabak kirletmemiş olursunuz.

2-) Asla sade pilav yapmayın. Domatesli pilav yaptığınızda altını tuttursanız bile renginden anlaşılmaz.

3-) Mutlaka soğanlı bir yemek yapacaksanız asla soğana dokunmayın. Özellikle rendelediğinizde elleriniz çok kötü kokuyor. Bunun yerine soğana ekmek tahtasıyla beş altı kez vurmayı deneyin, aynı işi görür.

4-) Patates kızartacaksanız soyduğunuz patatesleri asla yıkamayın. Kızgın yağa attığınızda çok kötü patlıyorlar.

5-)Yemekler asla kendi başlarına hareket etmezler. Şayet geçen ay yaptığınız tavuk kendi kendine kımıldamaya başladıysa kurtlanmiş demektir. Sakın yemeyin.

6-) Sebzeleri pişirdikce vitamin değerleri düşer. Mümkün olduğunca çiğ tüketin.

7-) Karpuz tabağa koyulmaması gereken bir meyvedir. ikiye ayırıp ortasından kaşıkla yiyebilirsiniz.Tencere kapağı en mükemmel tabaktır.

8-)Buzdolabının sebzelik olarak adlandırılan kısmı yemeyi duşunmediğiniz şeylerin saklanması için idealdir. Bu bölüme konan şeyler nasıl olsa bir süre sonra unutulur.

9-) Sebzeliğin kapağını sıkı kapatırsanız çürüyen şeylerin kokusu dolaba daha az yayılır.

10-) Spagetti pakedini açmak için pakedi ortasından sıkıca kavrayın ve altını tüm gücünüzle fayansa vurun. Pakedin üst tarafı yırtılacaktır. Belki bu işlem sırasında makarna unufak olabilir ama risk almaya değer. özellikle misafirlerin yanında yapmanızı tavsiye ediyorum. öyle daha güzel, bu size çok maço bir hava verir.

11-)Sağda solda kulağıma çalınıyordu.Mutfak robotu denen bişey varmış. Birden içimi bir heyecan kapladı. Ulan madem bu işin robotu var ben niye koşturuyorum yıllardır diye sinirlendim. Hemen gidip aldım bi tane. Eve gelip kutusundan çıkardığımda itiraf etmeliyim ki hayal kırıklığına uıradım biraz. Ben açikcasi ufo gibi bişey bekliyodum, bu bildiğimiz tencerenin plastiği. Içinde de vantilator gibi bisey var. Bununla birlikte bi ton plastik zımbırtı daha çıktı içinden ama bi işe yarayacaklarını sanmıyorum. Neyse fişini taktım denemek için bi tane soğan attım içine. Bakalım ne yapacak diye bekledim. Kabuklarını bile soyamadı eşşoğlueşek. Paramparca etti bıraktı. Sinirlendim attım bi kenara yazdan beri duruyo orda.Bir ara yıkayıp vantilator gibi olan şeyi bilgisayarıma takmayı düsünüyorum. Belki fan olarak iş görür. Onun dışında tamamen para tuzağı. İlerde çıkarsa mutfak androidi almayı düşünuyorum

29 Temmuz 2013 Pazartesi

HACER NİNE



HACER NİNE

Hacer Nine yine bunalmıştı.
İçi içine sığmıyordu.
Beş gözlü evinin içi yine birkaç gündür zindan kesilmişti.
Düşündükçe yüreği yerinden kopuyordu.
Yetmiş yaşındaki bu kimsesizlik ona büsbütün koymuştu.
Kocasını Yemen’de kaybetmişti.
Bir oğlu Balkanlarda, ikisi de çöllerde kalmıştı.
Bir gelini ile üç torunu vardı.
Gelini hastalıktan öldü, torunlarının biri de büyük Muharebede şehit düştü. Birisi İkinci İnönü’den dönmedi.
En son torununu da Sakarya’ya gönderdi.
Bir gün haber aldı ki en son delikanlısı da Duatepe Muharebesinde öteki ağalarının yanına göçüp gitmişti.
Çok ağladı. Fakat, Sakarya Savaşı kazanıldı haberi gelince ağlaması durdu, gülmeye başladı.
Ondan sonra vakit vakit böyle bunalırdı.
Ve her bunalışında çarıklarını çeker, değneğini alır, Ankara’nın yolunu tutardı.
Bu sefer de öyle yaptı.
Saatlerce yürüdükten sonra ikindide Ankara’ya geldi, doğruca gitti, Büyük Millet Meclisi’nin kapısı önünde durup çömeldi.
Aradan biraz vakit geçti, sordular:
- Nine, ne istiyorsun?
- Hiç, hiçbir şey.
- Ya neden burada duruyorsun?
- Onun gözlerini görmek için çıkmasını bekliyorum.
- O dediğin kim?
- Gazi Paşa.
Sonunda hikayesini anlattı ve dedi ki:
- İşte böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim.

O, Millet Meclisi’nden çıkarken gözlerine bakarım. Mavi göz bebeklerinde bütün şehitlerimin gözlerini görür gibi olurum.
Son içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim.

28 Temmuz 2013 Pazar

3 Hikaye 3 Ders



1.Hikâye :: Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
 
1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.

2. Hikâye :: En iyi Buğday
Her yıl yapılan ‘en iyi buğday’ yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
 
2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir. 
 

3. Hikâye :: Geleceğini biliyordum…
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…
 

3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

''ÇIPLAK AYAKLI KONTES''..


AVA LAVİNİA GARDNER...

''ÇIPLAK AYAKLI KONTES''...

 24 aralık 1922'de ABD'nin Kuzey Carolina eyaletinde, çiftçi bir ailenin yedinci ve son çocuğu olarak dünyaya geldi. 1946'da çevirdiği ve kendisini bir seks sembolü olarak dünyaya tanıtan 'The Killers'dan önce birkaç filmde rol almıştı. 1941 yılında 19 yaşındayken, oyuncu Mickey Rooney ile evlendi ve 1943'de boşandı. 1945'de evlendiği Artie Shaw ile evliliği ise bir yıl sürdü. Daha sonra 1951'de dönemin en önemli yıldızlarından Frank Sinatra ile evlendi ve 1957'de yine boşandı. Üç evliliğinden de çocuk sahibi olmadı. 1953 yılında çevirdiği 'Mogambo' ile gösterildiği En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını 'Roman Holiday' ile aday olan Audrey Hepburn'e kaptırdı.Eleştirmenler Ava Gardner'ın en iyi oyunculuk performansını 'The Night of the Iguana'daki Maxine Faulk rolüyle gösterdiğini söyler. Ama Gardner bu rolle Oa+scar'a aday bile gösterilmemiştir.1989'da felç geçirdiğinde tüm tedavi masraflarını FRANK SİNATRA üstlendi. 1990'da, uzun yıllardır yalnız yaşadığı İngiltere'nin başkenti Londra'da zatürree nedeniyle hayatını kaybettiğinde 67 yaşındaydı.Naaşı Londra'dan Kuzey Carolina'ya taşınırken yanında sadece, hayatının son döneminde onu yalnız bırakmayan bakıcısı Carmen Vargas ve Welsh Corgi cinsi köpeği Morgan vardı.1995'de 'Empire' dergisi tarafından en seksi 100 yıldız arasında 68'inci gösterildi.'The Killers'da kendi sesini kullanmıştı ama daha sonra söylediği tüm şarkılar dublajdı ve Gardner bu durumdan iğreniyordu.Anne ve babası 1935 yılında, birkaç ay arayla bronşit yüzünden hayatlarını kaybetti.'ÇIPLAK AYAKLI KONTES' (The Barefoot Contessa) için öğrendiği flamenkoyu hayatı boyunca yaptı. Bazı geceler sabaha kadar durup dinlenmeden dans ettiği söylenir.Kuzey Carolina'nın Smithfield kasabasında bir Ava Gardner müzesi bulunmaktadır.1964'de Oxford Üniversitesi'nde 'Yüzüklerin Efendisi' serisinin yazarı J.R.R. Tolkien ile tanıştı. Her ikisi de birbirlerinin ünlü olduğundan habersizdi.Ava Gardner, 1962'de Mercedes'in 'Martı Kanat' adı verilen 300 SL modeliyle takla attı ve aracın içinden çıkamadı. Bu olaydan sonra Mercedes, 300 SL'nin tasarımında değişiklik yaptı.



25 Temmuz 2013 Perşembe

LÜTFEN KENDİ İŞİNİZE BAKIN.



LÜTFEN KENDİ İŞİNİZE BAKIN..
İnsan
her zaman aynı insanları görürse,
bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar.
İyi, ama bu kişiler de bu nedenle,
yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar.
Bizi görmek istedikleri gibi değilsek
hoşnut olmazlar,
canları sıkılır.
Çünkü, efendim, herkes
bizim nasıl yaşamamız gerektiğini
elifi elifine bildiğine inanır.
Ne var ki, hiç kimse kendisinin
kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini

kesinlikle bilmez..."

Simyacı , Paulo Coelho‎,

Japon düşünür Masumi Toyotome’nin sevgi üzerine söyledikleri.


Japon düşünür Masumi Toyotome’nin sevgi üzerine söyledikleri.
“Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir” diye başlıyor Toyotome.
“Sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz” diye soruyor.
Sonra anlatmaya başlıyor.. 
“Sevgi üç türlüdür!..” 
Birincinin adı
“Eğer” türü sevgi!.. 
Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar.
Örnekler veriyor:
Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. 
Toyotome,
“En çok rastlanan sevgi türü budur” diyor.
Bir şarta bağlı sevgi… Karşılık bekleyen sevgi…
“Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak
vaad edilen bir sevgi türüdür bu” diyor yazar…
“Nedeni ve şekli bakımından bencildir.
Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.”
Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi
üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,
hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve
beklentilere giriyorlar.
Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor.
Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. 
En saf olması gereken anne-baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor.
Yazar bir örnek veriyor. 
Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. 
Eve döndüğünde babası öfkeyle “Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone’ye gittin” diye bağırıyor.
Delikanlı “Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın” diyor.
Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor.
Çocuk da intihar ediyor. 
“Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı ” diyor yazar.
“Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!..”
İnsanlar “Eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.
“Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir” diyor, Masumi Toyotome.
İkinci türe geçiyoruz.
“Çünkü” türü sevgi.
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor:
“Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır”. 
Örnek mi?
“Seni seviyorum.
Çünkü çok güzelsin(Yakışıklısın).”
“Seni seviyorum.
Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.” ,
“Seni seviyorum.
Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..” 
“Seni seviyorum.
Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerler götürüyorsun ki.” 
Yazar,
“Çünkü” türü sevginin,
“Eğer” türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. 
“Eğer” türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar, hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek
niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekileri sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. 
Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler.
Üstü açık BMW’si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler.
Evli kadın, kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. 
“O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?” diye soruyor Toyotome…
“Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz.” diyor.
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var… 
Birincisi,
“Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu.
Tüm insanların iki yanı vardır.
Biri dışa gösterdikleri.
Öteki yalnız kendilerinin bildiği.
“İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse” korkusu buradan doğar. 
İkincisi de
“Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa..” endişesidir.
 Japonyada bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış.Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı… Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız bir kaç ay sonra kahrından ölmüş… 
Japon yazar, “Toplumdaki sevgilerin çoğu “Çünkü” türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür” diyor… 
Peki o zaman,
gerçek sevgi,
güvenilecek sevgi ne?
Ve işte sevgilerin en gerçeği!..
“Üçüncü tür sevgi benim
“Rağmen”‘
diye adlandırdığım türdür”
 diyor yazar. 
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için “Eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan “Bir şey olduğu için” değil, “Bir şey olmasına rağmen” sevilir. 
Güzelliğe bakar mısınız? 
Rağmen sevgi…
Esmeralda, Quasimodo’yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına “rağmen” sever.
Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmaralda’ya çingene olmasına “rağmen” tapar!.. “ 
Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir.
Bunlara “rağmen” sevilebilir.
 Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..
“Burada insanın, iyi, çekici, zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz gibi görünebiliyor ama, en değerli gibi sevilebiliyor. 
Japon yazar
“Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur”  diyor. 
“Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.” 
Bunu böyle olduğundan nasıl emin?
Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. 
“Şu soruma cevap verin” diyor. 
“Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize “yaşamamın ne yararı var” diye sormaz mıydınız? 
Devam ediyor Toyotome…
“Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün…
Dünya birdenbire başınızın üstüne çökmez miydi?
O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?” 
“Diyelim ki sıradan bir yaşamınız var…
Günlük yaşıyorsunuz…
Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?”
diye soruyor ve yanıtlıyor:
“Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar.” 
Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor “rağmen”‘ sevgiyi…
“Bu gün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni  “rağmen” türü sevgiyi  şu anda yaşıyor olmanız ya da  bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır.” 
Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome…
“Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor.
Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var…  Kimsede başkasına verecek fazlası yok”  diye açıklıyor…  Anlatıyor.
“Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz.
Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir”
Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?
Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar…
Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.
Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor.
Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor.
Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.
Hani nerede?
Hepsi o…
Ve asıl çarpıcı cümle en sonda: 

“Dünyadaki en büyük kıtlık,
“Rağmen” türü sevginin
yeterince olmayışıdır!..”

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Can Dündar’dan Evlilere…


Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için.
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum ayni zamanda da…
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kurumainanmamaktan geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan…
Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi…
Olmaz, yürümez diyor toplum… Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına “hot“  dediğinde oturmalı kadın…
Yâda yumuşatıyorlar;
-Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı…
Eğitimde de böyle… Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı…
EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne “hot“ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü…
Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti,
-“Ooo Can bey kapmışınız çıtırı“ esprilerine muhatap dahi oldum. 
EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bir taneyi 9 senede bitirdim..
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım… Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran… 
Bunu unutmadık biz.
Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o “haklisin bir tanem…“dedik,
Öfke bitip fırtına durulduğunda “ama bir de böyle düşün“ de dedik fikrimizi savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta…
Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..
Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama…
Sevginin en büyük dostuydu bizim için “güven“… Ve güvenin ardına saklanmış bir “saygı“ vardı daima… 
Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede…
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık…
Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında…
Gece yarısı kapı açıldı esim;
-“Ne yapıyorsun burada?“ diye sordu kapının eşiğinden,“uyuyorum“ dedim buz gibi bi sesle…
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla…
“kay yana“ dedi daracık yatakta. “ne yapıyorsun?“dediğimde 
“benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim“ dedi…
Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek…
Ve bence doğrusu da bu…
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç.
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize…
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktık o listede…
Ama oyunun kurallarını biz koyduk… Nede olsa bizim oyunumuzdu oynanan…
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence…
Topluma kulaklarını tıkayarak hem de… Ne benim, ne de bizim sözlerimizle…
Sadece gönlünüzden geçtiğince…
Dediği gibi Ataol Behramoğlu’nun; 
“…Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana… 

CAN DÜNDAR


Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir.
Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder.
Aşağı çekersin omuzların titrer.
Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku
uyumayı başarır…

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Hıyar ve Faydaları



Meğer ne faydalıymış…
1. Hıyar, günlük ihtiyacınız olan birçok vitamini içerir.
Tek bir hıyarda Vitamin B1, Vitamin B2, Vitamin B3,
Vitamin B5, Vitamin B6, Folik Asit, Vitamin C, Kalsiyum,
Demir, Mağnezyum, Fosfor, Potasyum ve Çinko ihtiva eder.
2. Öğleden sonra yurgunluk mu hissettiniz? Kahveyi, çayı,
soğuk içecekleri bir taraf bırakın ve bir hıyar yiyin.
Hıyar iyi bir B vitaminler ve Karbohidratlar kaynağıdır ve
yediğinizde saatler sürecek yorgunluğunuzu kısa bir sürede
ortadan kaldırır.
3. Banyo veya duştan sonra aynanızın buğulanmasından
şikayetçi misiniz? Bir hıyar dilimini alıp aynayı ovun.
Hem buğulanma yok olacak hem de pırıldayan bir aynaya ve
nefis bir kokuya sahip olacaksınız.
4. Haşereler bahçenizi veya saksı bitkilerinizi mahvediyor
mu? Bahçeniz için bir aluminyum tabağa (ya da aluminyum
folyoya) hıyar dilimlerini koyup, ortada bir yere
yerleştirin. Saksılarınıza ise birkaç dilimi toprağın
üzerine yine aluminyum tabak veya folyo ile yerleştirin.
Bütün mevsim haşerelerden kurtulacaksınız. Hıyardaki
kimyasallar aluminyum ile etkileşerek insanların
algılayamadığı ama haşereleri deli eden bir koku yayar ve
onların ortadan kaybolmalarına neden olur.
5. Bayanlar, sokağa çıkmadan önce veya denize-havuza
girmeden önce bir süreliğine selülitlerinizden kurtulmak
ister misiniz? Sorunlu bölgelerinizi birkaç dakika süreyle
hıyar dilimleriyle ovun. Hıyardaki fitokimyasallar
derinizdeki kollajenlerin gerilmesini sağlar, dış tabakayı
sıkılaştırarak selülitlerin görüntüsünü azaltır. Aynı
şekilde kırışıklıklara da iyi gelir (özellikle de göz
civarındaki).
6. "Akşamdan kalma" sorununuzdan veya kötü bir baş
ağrısından kurtulmak ister misiniz? Yatağa girmeden önce
birkaç dilim hıyar yiyin ve ertesi sabah dipdiri, baş
ağrısız kalkın. Hıyar, vücudun kaybetmiş olduğu gerekli
besinleri takviye edici yeterli miktarda şeker, B
vitaminleri ve elektrolitleri ihtiva ettiği için yediğiniz
birkaç dilim sorunlarınızı hemen yok eder.
7. Özellikle diyet yapanlar, açlık dürtünüzü ortadan
kaldırmak mı istiyorsunuz? Hıyar yiyin.
8. Evinizde ayakkabı boyanız mı kalmadı? Taze kesilmiş bir
hıyar ile ayakkabınızı ovalayın. İçerdiği kimyasallar
ayakkabınıza hem harika görünen bir parlaklık verir hem de
deriyi su geçirmez hale getirir.
9. Evinizde bir kapı, pencere ya da benzer bir şey gıcırtı
mı yapıyor? Bir dilim hıyarı alıp gıcırtı yapan yerlere
sürtün (tabii sürtünme yapan yerlere, menteşenin dışına
değil!!) gıcırtı gidecektir.
10. Kendinizi gergin, bitkin mi hissediyorsunuz (özellikle
ders çalışan öğrenciler, yeni bebek sahibi olmuş anneler
ve diğer herkes) ? Bir tas kaynar suyun içine bir bütün
hıyarı ince dilimler halinde keserek koyun. Tası da
bulunduğunuz odada uygun bir yere koyun. Hıyardaki
kimyasallar ve diğer besinler kaynar suyun içine girince
tepki gösterirler ve suyun buharı ile birlikte
bulunduğunuz odaya yayılarak nefis bir aroma yayarlar. Bu
aroma sizlerin tüm gerginliğini alarak sakin kişiliğinize
dönmenizi sağlayacaktır. Özellikle öğrenciler bunu
denemelidir.
11. Yemek yediniz (örneğin kebap) ve ağzınızdan kötü koku
yayıyorsunuz. Bir hıyar dilimini alıp dilinizle damağınıza
yerleştirin ve en az 30 saniye öyle tutun. Ağzınızda kötü
kokulara neden olan bakterilerin fitokimyasallar sayesinde
ölmesi nedeniyle bu sorundan kurtulmuş olacaksınız.
(Soğan-sarmısak kokusu konusunda bir bilgi yok. Bunu da
siz deneyin ve sonucu görün.)
12. Evyelerinizi, lavabolarınızı çevreye zarar vermeyecek
bir şekilde temizlemek ister misiniz? Bir dilim hıyarı
alıp temizlemek istediğiniz yeri ovun. Sadece yılların
birikimi lekeleri kirleri temizlemekle kalmaz, ayrıca
güzel bir parlaklık verir temizlediğiniz yere. Bunun
yanında elleriniz de o temizlik malzemelerin verdiği
zararlardan kurtulmuş olur.

13. Kalemle yazarken bir hata yaptınız ve hatayı silmek
istiyorsunuz. Hıyar kabuğunu alıp yavaş ve nazikçe silmek
istediğiniz yazıya sürtün. Boya kalemlerinde ve keçe kalem
yazılarında da oldukça yararlı. (Bilirsiniz bazen
çocuklarımız duvarlara yazılar yazar, resimler yaparlar.
Onlarda da deneyebilirsiniz.)

Kurşun Kalem..


Ninesini Mektup yazarken izleyen çocuk sordu:

- “Yaşadıklarımız için bir hikaye mi yazıyorsun? Yoksa benim hakkımda mı?"

Ninesi yazmayı kesti ve torununa şöyle dedi:

- “Aslında, senin hakkında yazıyorum. Fakat kelimelerden daha önemlisi,
kullandığım Kurşun Kalem.

Umarım büyüdüğünde sen de bu kurşun kalem gibi olursun."

Çocuk merakla kurşun kaleme baktı.

Özel bir kalem gibi görünmüyordu.

- “Fakat daha önce gördüğüm diğer kurşun kalemler ile aynı!"

- “Bu, senin nasıl baktığın ile alakalı. Kurşun Kalemin 5 önemli özelliği
vardır,

ki sen onlara sıkıca tutunduğunda ömrün huzur içinde geçecektir."

Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir
el olduğunu asla unutma.

Bizim için bu el Yaradanımızdır ve her zaman kendi kudretiyle bizi O yönlendirir.

İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemin ucunu açmam
gerekir.

Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar.

Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir
insan yapar.

Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle
silmene her zaman olanak tanır.

Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın,

aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.

Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya
da dışarı yansıyan şekli değil,

içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok
onu korumalısın.

Beşinci özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır.

Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın...

14 Temmuz 2013 Pazar

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..



Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış?
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış.
"bu gençliğin sırrı nedir" diye.
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.
Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca
herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş.
Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.
Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.
Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.
"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.."
Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş.
Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :
" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka
getirir misin bir zahmet" demiş.
Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.
"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş.
Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış .
Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.
"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış..
"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"
Dedecik gülmüş.
"Efendiler" demiş
"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne
taşıtttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."
"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor
duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız."
demiş.
Hayatınız seçtiğiniz kadındır..
Zevkli bir kadına rastlarsanız,ZEVKİNİZ,
bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ,
zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.
Hayat kat kattır.
Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.
Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır.
Hayatınız seçtiğiniz kadındır.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Saygın bir firmada yönetim işe girmek isteyenlere


Saygın bir firmada yönetim işe girmek isteyenlere bir soru sormuş ve soruya en uygun cevabı veren kişiyi işe almışlar. Bu soruda doğru veya yanlış cevap diye bir şey yok sadece düşünce sistemi önemli.

Soru şu:

Karanlık yağmurlu bir gece yağmur yağıyor fırtına var gök gürlüyor ve siz sabaha karşı 02.00' de tek başınıza ıssız bir yolda araba ile gitmektesiniz. Arabanız iki kişilik. Biraz ilerde otobüs durağında 3 kişi bekliyor.
Birincisi bir doktor sizi daha önce geçirdiğiniz kalp krizinden kurtarmış.
İkinci kişi çok yaşlı ve hasta neredeyse ölmek üzere olan birisi. Üçüncüsü hayatinizin rüyası her zaman tanışmak için can attığınız birisi.
Hava gittikçe kötüleşiyor ve arabanızda sadece bir kişiye yer var.
Böyle bir durumda ne yapardınız?

Soruyu iyice düşünün ve en iyi cevabı verin.

(cevap vermeden alt bölümlere geçmeyin.)





















Görüşmecilerden bazılarının cevabı şöyle olmuş:

A. Hasta adamı en yakın hastaneye götürürdüm

B. Doktor daha önce hayatımı kurtardığına göre onu alırdım

C. Manen düşünürsem tabi ki hasta adamı alırdım fakat kendi geleceğim ve hayatım için her zaman tanışmak istediğim hayatımın rüyasını alırdım.

Burada doğru veya yanlış cevap diye bir şey yok sadece her bir kişinin durumu algılayışı ve ele alisi var

Bu görüşmede cevapların % 90' i "yaşlı adamı alırdım" olmuş olmuş; ama sadece bir kişiyi işe almışlar.

O kişinin cevabı acaba nasılmış?

(Biraz düşünün ve sonra aşağısını okuyun.)


















Arabadan inip anahtarı doktora veririm doktor benim hayatımı kurtardığı gibi yaşlı kişiyi de hastaneye yetiştirip iyileştirebilir.

Böylece ben de hayatımın insanıyla otobüs durağında baş başa kalıp onu tanıma fırsatını elde edebilirim.

Bu cevapla o kişi hemen işe alınmış.

İnsanoğlu tabii olarak bencildir bütün verilen diğer cevaplarda kimse arabasını vermeyi akıl edememiş


10 Temmuz 2013 Çarşamba

AĞAÇLI KÖYÜ



Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemiydi. Padişah IV. Murat
sadrazamını halkın sorunlarıyla ilgilenmesi için Anadolu’ya gönderdi.
Sadrazam günlerce yol kat etti ve birçok köy gezdi. Sonra da Konya’ya vardı. Konya’da
birkaç köy gezdi. Bu köylerdeki halkın sorunlarıyla yakından ilgilendi. Kimi köyler kasabaya
ulaşmak için yol istiyor, kimi köyler su istiyor, kimi köyler de dağlardaki kurtların çokluğundan
yakınıyordu. Sadrazam bu köylerdeki sorunların çözüleceğine dair söz verdi. Sadrazam
Konya’dan ayrılırken kendi köyü olan Ağaçsız Köyü’ne de uğradı. Fakat köye girdiğinde
ortalarda kimsecikler yoktu. Sadrazam köyün neden bu kadar sessiz olduğunu merak ediyordu.
Çünkü şimdiye kadar gittiği tüm köylerde, sadrazam köye girmeden halk köyün girişine diziliyor
ve sadrazamı görebilmek için adeta yırtınıyordu. Fakat kendi köyünde kimse kendisini
karşılamaya çıkmamıştı. Sadrazam adamlarına dönerek bu durumun hemen araştırılmasını
istedi. Bunun üzerine bir grup asker bir eve doğru gitti. Az sonra bu askerler omuzlarında
taşıdıkları beş kadar cesetle geri döndüler. Cesetlerin hiçbirinde bir yara izi yoktu. Sadrazamın
içine bir korku düştü. Bunun üzerine birkaç asker grubuna köydeki evlerin hepsinin
araştırılmasını emretti. Birkaç saatlik bir araştırmadan sonra askerler köydeki herkesin öldüğünü
sadrazama bildirdiler. Fakat ilk evdeki cesetler gibi hiçbir cesedin üzerinde yara izi yoktu.
Sadrazam köydeki insanların zehirlenerek ölmüş olabileceğini düşündü. Bu konu üzerinde biraz
düşündü ve sonra askerlerine dönerek köyün çevresindeki bütün kayaların ve ağaç
kovuklarının, kısacası eşkıyaların barınabileceği her yerin araştırılmasını emretti. Askerler
çevrede gün boyunca arama çalışmalarını sürdürdüler. Fakat hiçbir ize rastlamadılar. Bunun
üzerine sadrazam araştırma çalışmalarının ertesi gün devam ettirilmesi için o gece köyde
kalınmasını emretti. Ancak gece sadrazamın emrindeki askerlerden birbölümü ölmüştü. Bunun
üzerine askerler daha çok korkmaya başladılar. Hatta İstanbul’a geri dönmek isteyenler bile
oldu. Ancak sadrazam köydeki bu ölümlerin sırrı çözülmeden İstanbul’a dönmek istemiyordu.
Üstelik gece ölen askerlerin hepsi de zehirlenerek ölmüştü. Çünkü yarasız cesetler bunu
gösteriyordu. Cinayetlerin sırrının çözülmesine bu kadar yaklaşılmışken İstanbul’a dönmek
olmazdı. Sadrazam kısa bir araştırmadan sonra askerlerin geçen akşam yedikleri yemeklerden
zehirlenmiş olabileceklerini düşündü. Askerlerine dün akşam görev başındaki askerlere verilen
ekmek ve sudan bir miktar getirmelerini emretti. Askerler hemen sadrazamın istediklerini
getirdiler. Sadrazam bu yiyecekleri yanında bulunan bir ata yedirtti. At bir saat sonra çırpınarak
öldü. Bunun üzerine sadrazam askerlerine dönerek yiyeceklerin dün akşam nerede
saklandığını sordu. Askerler de kuyunun yakınındaki geniş ambarda saklandığını söylediler.
Sonra aklına bir fikir geldi. Eğer eşkıyalar, gecen gece, askerleri zehirlemek için ambardaki
yiyeceklerle öldürme yolunu seçmişlerse, sonraki gece de gelebilirlerdi. Sadrazam o gece
ambarın kapısına yakın bir yerde askerlerini pusuya yatırdı. Birkaç saat sonra üç kişi ellerindeki
şişelerle koşar adımlarla ambara girdiler. Askerler hemen ambara hücum ettiler ve bu üç katili
kıskıvrak yakaladılar. Daha sonra hemen sadrazamın karşısına çıkardılar. Sadrazam bu üç
kişiye, neden köylüyü ve askerlerini öldürdüklerini sordu. Eşkıyalardan biri köylünün sürekli
olarak kendilerini askerlere haber verdiklerini, bu yüzden köylüyü öldürdüklerini söyledi. Köy
halkını öldürmek için, köyün içinde bulunan ve herkesin suyunu içmek için kullandığı kuyuya
zehir atmağa karar verdiklerini söyledi. Sadrazamın askerlerini de, kendilerini tutuklamaya gelen
askerler olduklarını düşündüklerini ve onları da bu yüzden öldürdüklerini söylediler. Ertesi gün
sadrazam adamlarına eşkıyaların derhal kuyunun başındaki tek ağaca asılmasını ve cesetlerinin
kuyuya atılmasını emretti. Askerler sadrazamın emrini yerine getirdiler. Böylece Ağaçsız köyü ve
civar köyler başlarını ağrıtan bu eşkıyalardan kurtulmuş oluyorlardı. Sonra sadrazam kuyunun
yanına yaklaştı ve bir fidan dikti. Askerlerine dönerek herkesin birer fidan dikmesini emretti. Kısa
bir süre sonra bu fidanlar büyüdü ve bu köy yörenin tek ormanlık alanı oldu. Zamanla bu köye,
çevredeki köylerden yerleşenler oldu ve Ağaçsız Köyü’nün adı değiştirildi. Köyün yeni adı
AĞAÇLI KÖYÜ oldu. Ağaçlı Köyü yeniden o eski güzel günlerine kavuştu.
12.10 2001

Vahit Aras ŞEN

9 Temmuz 2013 Salı

En Komik Kamyon Arkası Yazıları



Kamyon arkası yazıları yolculuğun stresi içinde insanların dikkatini çeken, bir noktada muhabbetler açılmasına neden olan, çoğu komik , bazen ise mesaj vermeye yönelik yazılardır.

* Kamyon Çeker 10-20 ton, Gönlüm Çeker Paris Hilton
* Hayatımı Yazsam, Duble Yol Olur
* Araman İçin İlla Hata Mı Yapmam Gerekir
* Küresel Isınmaya Karşı Su Tankerlerine Geçiş Üstünlüğü Verilsin
* İyi Mazot Selülit Yapmaz
* Gazla Uçabilirsin, Ama Frenle Konamazsın
* Bas Gaza, Frene, Debriyaja, Götür Ver Parayı Vergiye, Stopaja
* Ne Müslüm'den Ne De Orhan'dan, Sevdiğim Tek Parça "Yedek Parça"
* Alırsan Ford, olursun mort.
* Allah korusun.
* Akıllı ol evlat!
* Alem bana ben sana hasta.
* Algıda seçiciysem günahım ne?
* Anılar da anlamsız.
* Ankete gerek yok eskiler daha iyi.
* Askerin emaneti.
* Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza.
* Aşk çekenin, yol gidenin.
* Vıdı vıdı etme, geçeceksen geç
* Oyalama beni yüzbaşım bekliyor
* Rüzgar af dilese bile dal kırıldı bir kere
* Kızlar haklı, Fatih faklı
* Toparlan gülüm gidiyoruz
* Trafik kuralları bize değil biz onalara uyarız
* Kurbanda kara koç rampada kırmızı doç
* Kalbinde yer yoksa bagajdada giderim
* Darende Gürün sürün Allah'ım sürün
* Sendeki o bakış bendeki bu kalkış moda oldu
* İstesende unutamazsın
* İstersem geçerim ama mazor pahalandı
* Yaşımı sorma yaşamadım ki
* gaz fren şanzıman halım duman
* Havan Kime yabancı
* Güzellik geçici ise senden nie geçmemiş
* Koyamadım hayatımı bir biçime koyayım böyle hayatın içine
* Aşk ta hızlı yolda yavaş bitlisliyizbiz arkadaş
* Biz aşka baba dedik o bizi yetim bıraktı
* Müjde kızlar bu sene de bekarım
* Dağlarda yeşil ot yollarda sarı ford
* Bilmem bu gidişin dönüşü olur mu
* Sen de geçeceksin dersimiz.com
* Güzelliğinin zekatını vereceksen bana ver ben fakirim
* Sana taptığım kadar paraya tapsaydım milyarder, Allah'a tapsaydım peygamber olurdum
* Gönlünde yer yoksa ayakta da giderim
* Dünya dikenli bir hayat, sevenlerde mi kabahat
* Aşk çekenin, yol gidenin
* Alem kaşar olmuş tost yapan yok
* Çorumluyum mutluyum, yarınımdan umutluyum
* Kırşehirli astalavista baby
* Aşkda hızlı, yolda yavaş, biz Karslıyız arkadaş
* Yan sanayi değil, orijinal Of'lu
* Hatalıysam ödemeli ara ben açarım
* Hatalıysam gel suratıma söyle
* Hatalıysak, aramızda kalsın
* Hatalıysam, idare et
* Hatalı değilsem de lütfen aşağıdaki numarayı arayın. Yalnız Kamyoncu
* Sürücü hatalarını lütfen hatalısurucu@ Allahcezanıverecek.com adresine bildiriniz
* Hatalıysam çağrı bırakın ben sonra ebenize dönerim
* Hatalıysam 3131'e sms atın Orhan Gencebay'ın hatasız kul olmaz melodisi cebinize gelsin
* Hatalı kullandım sıkıysa ara
* Hatalarım stilimdir
* Ela gözlümün nazına, hastayım fordun ara gazına
* Gözlerin güzel ama, bakmasını bilmiyorsun
* Ceylan gözlüm
* Esrarlı gözler
* Aşkın bana hız verir , adsl vız gelir
* Dünya delikanlı olsaydı, yuvarlak olmazdı
* Büyüyünce tır olacağım
* Seni uzaktan severim ruhun duymaz
* Yollar gidişimin kızlar dönüşümün hastası
* İnsanlık buysa üstü kalsın
* İrtibatı koparmayalım dersimiz.com
* Miras değil alınteri
* Tek rakibim THY
* Sollama beni deşifre ederim seni
* Kızlar durusuma yollar gidişime hasta
* Cehennemde mevsim yok güzelim, ateşlerde yanacaksın.
* Rahmetli de sollardı
* Hırçın kral
* Naz yapma
* Sevdik mi tam severiz biz şoför milletiyiz.
* Sevene can feda, sevmeyene elveda!
* Çilemse çekerim, kaderimse gülerim!
* Asfalt şövalyesi
* Yaklaşma toz olursun, geçme pişman olursun
* Geç dayın kurban olsun
* Esaret bağlarında gül olacağıma, özgürlük dağlarında diken olayım.
* Muhatabım değilsin.
* Korna çalma, uyuyorum
* Babalar önden gider
* Ustan kim
* Nereye çuf çufluyoruz
* Dır dır etme
* Beni izleme bende kayboldum
* Aslana adres sorulmaz
* Ecelle sözlü, ölümle nişanlıyım
* Sol şeritler şahıyım, yolların padişahıyım.
* En büyük fener, bir de yollar olmasa
* Ah yollar yollar, hayatımı çaldılar
* İsyanım yollara
* O iş tamam abi
* Kader mahkumu
* Radar mahkumu
* Sağdan git iktidar olursun
* Üniversitelim
* Liselim
* Biçki dikiş kurslum
* Rampaların ustasıyım gözlerinin hastasıyım
* Ovada yeşil ot, rampada mavi ford
* Sattım koç aldım doç
* Koyun koçun, yol doçun
* Kurban kesilir koç, yollara yakışır dodge
* Sağlam şoför kalmaz rampada, Müslüm Baba sığmaz i-pod'a
* Mercedes'ten korksaydık Susurluk'a girmezdik
* Nescafe bile üçü bir arada ben niye yalnızım
* Ahirette iman yollarda Man
* Alırsın Ford olursun lord
* Kuzu kurdun yol fordun
* Al fordun dizelini sev köyün güzelini
* Sarı kızın nazı, fordun ara gazı

7 Temmuz 2013 Pazar

Türk insanına özgü yöresel hastalık tarifleri :))



Aile Hekimlerinin yardımıyla Türk insanının şikayetini anlatırken kullandığı ilginç tabirler araştırıldı.

Sonuçta ortaya uzun bir liste çıktı.İşte bunlardan örnekler :

Guzum üzerine afiyet amel oldum (ishal)

Döşüme yel girdi

Midem kaynama yapıyor

Gözümde şimşekler çakıyor

Haznemde akıntı var

Beynim patlıyor

Etlerimi çekiyorlar

Ayaklarım karıncalanıyor

Kamıştan su geliyor

içim gıcık oluyor

Boğazım düğümleniyor

Gözüm seyiriyor

popomda meme çıktı

Karnımda peklik var

Darlanıyorum

Damar damar üstüne bindi

Kafam zonkluyor

Valizlerim azdı-varis

Damarlarım çekiliyor

Apış aram kaşınıyor

Yanlarım ağrıyor...

Beynim Didişiyor

Bağrım yanıyor

Döşüme bıçak saplanıyor

Kafam yerinde değil

Mayasır oldum

Dr Bey her sabah kamyon deviriyorum(Akıntılı Gonore hastası )

İçimde yangın var

mideme taş oturdu

CırCır oldum

Kulağım gıvış gıvış ediyi : Kulak çınlaması şikayeti

Döşüm yanıyi: Göğüste yanma şikayeti

Dalım agriy: Kol'da ağrı şikayeti

dişim kımlıyor: dişim sallanıyor

Bıldırdan beri-geçen yıldan bu yana

mabadımda kıl döndü

makatımda ampul çıktı

böğrüme dirhem düştü

Beynim Çatlıyor

içim burkuluyor,

Çonalarım ağrıyor,

kışlarım ağrıyor,

içim kıyılıyor,

tadım yok,

sırtıma bıçak saplanıyor,

Gözlerim fersiz,

Dem geçmek: Adet görmek.---Burdur

Dayak yemis gibi agrimak

Kursağım kaynıyor-İç Anadolu

pöçüme ağrı girdi = kuyruk sokumu ağrısı_İç Anadolu

sırtım gidişiyo = sırtım kaşınıyor.

Böğrüm ağrıyor,

- Boğazım gıcıklanıyo,

- Yannıma sümsük yediydim acıyo,

- Sanki ümügümü sıkıyola

Kütahya-Emet'den; çonalaam ağrıyo (belden gluteal bölgeye vuran ağrı),

kıçlaam ağrıyo (kalçadan uyluk ön yüzüne vuran ağrı),

Aydın-Söke'den Dübürüm ağrıyo (anal bölge ağrısı)

başım fenikiyo...(Başım dönüyor..)

alaflanıyom.. (ateşim var..) kayseri yöresi...

Kulağım şipildeyo (kulak çınlaması )

Bir Diş hekimimizin gönderdiği tabirler :

dişimde kurt yeniği var : diş çürüğü

vızzzz yapacakmısın: çürüğü aletle temizleme işlemi

dişim ırganıyor: dişim sallanıyor

dişime yel vuruyor: hassasiyet

damak yaptıracam: protez ihityacım var

etlerim soyulmuş: dişeti çekilmesi

morfin : lokal anestezi

Yüzüm ayaklarının altına ola, sabaha kadar öküz kipin böğürdüm. Yargınlarım agrıyir.(Erzincan-Refahiye)
Ağızlarım kuruyera. (Manisa- Sarubanlı)
Ebele sabaha kadar gözümü kırpamirem. Sanırsan merkep tepmiş. (Erzurum)
Pançamı yumunca kıt deya ses geli... (Manisa-Gölmaramara)

inme indi (Felç)
Gece yanığı (Cilt hastalığı)
Kuş palazı (Difteri)
Havale geçirmek(Ateşi çıkmak)

Yaarnımdan bi sapıtma giriyo soluyamıyom. Bıldırdan beri buyannım ağrıyıp duru, bıyıl gene başladı,gurban olan evladım soyham çekmiyo beni sızılayıp duru, hele biyol bakıver.

yağlı yemeklerden sonra garnım boğazıma doğru garruk garruk ediyo (gastrit):D Böörüm heç gızmıyo (sürekli donuyorum) :D bora göcüle gelece gadar oolan vastada debelene debelene döndü.(buraya ancak gelene kadar oğlan arabada acıdan yerinde duramadı) :D Antalya yöresinden örnekler 

Öğretmenlerin Branşlarına göre Tehdit Çeşitleri :)


Öğretmenlerin Branşlarına göre Tehdit Çeşitleri :)
Hangi öğretmen nasıl tehdit eder?

Matematik: Oğlum,senin o kafanı 5′e böler, y=3x...+4 bağlantısına göre vücudunu eklemlere ayırırım..

Biyoloji: Çocuğum senin DNA yapını bozar, hücrelerindeki mitokondrileri yok ederek enerjisiz bırakırım, terliksi hayvana dönersin ona göre..
Tarih: Bana bakın Deli İbrahim`in torunları! Sizi Ankara Savaşı’ndan çıkmış Beyazıt’a çeviririm. Hüdavendigar sizi kurtaramaz, bilmiş olasınız..
Resim: Çenesi fazla düşeni tahtaya kaldırır, modellik yaptırırım..
Coğrafya: Oğlum, yörüngeden çıkma! Yoksa seni enlem ve boylamlarına ayırır, 26-45 doğu meridyenine sürer ve akabinde 6,5 şiddetinde bir şamar patlatırım. Kafanda oluşacak fay hattından sen sorumlusun..
Edebiyat: Hiç mübalağa etmiyorum. Seni edebi bir parça olarak parçalar, bir güzel gazelini okurum..
Kimya: Bakın, kafamı bozmayın! Sizi atomlarınıza ayırır, oksijen yerine sözlüde İyot yuttururum. Hasan 2 Salak Osman 4′e dönersiniz..
Beden Eğitimi: Bak nasıl konuşuyor hâla?! Bakın şimdi size kulağı amuda kalkmış öğrenci göstereceğim..

Müzik: Biraz daha konuşmaya devam ederseniz, saz sapıyla hepinizin ensurumantal olarak notalarını çıkarır, solfejik beraber ve solo vuruşlarnızı da lük olarak yaparım haa! Bakın o zaman nasıl miskin kuzulara dönüyorsunuz!

6 Temmuz 2013 Cumartesi

ERKEKLER NEDEN ERKEN ÖLÜR..?


facede bir arkadaşımm yollamış bu yazıyı.bende sizinle paylaşamak istedim :)

ERKEKLER NEDEN ERKEN ÖLÜR..?

Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı.

Annem, 'Geç oldu,' dedi, 'zaten yorgunum, ben yatıyorum.'

Annem kalktı, mutfağa gitti.

Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı.

Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu.

Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi.

Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.

Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.

Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.

Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu.

Banyodaki çöp sepetini boşalttı.

Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.

Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.Çiçekleri suladı.

Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.

Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu.

Kek tarifleri defterini çıkardı,arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu.

Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu.

Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı,dişlerini fırçaladı.

Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.

Tırnaklarına baktı, törpüledi.

İçeriden 'sen yatmaya gitmemiş mıydın' diye seslenen babama 'şimdi gidiyorum' deyip köpeğin su kabını doldurdu.

Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı.

Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş diyerek, lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.

Bana geldi, 'haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın,' dedi.

Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı.

6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi.

Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.

İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir 'ben yatıyorum' dedi ve gitti yattı.

Sizce bu işte bir gariplik yok mu?

Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?

ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ

(ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)!

Şimdi bu yazıyı tanıdığınız olağanüstü kadınlara gönderin - emin olun, hepsi bayılacaktır.

SONRA DA ARTIK YATIN !

2 Temmuz 2013 Salı

Kimi der ki kadın


Kimi der ki kadın
...uzun kış gecelerinde
yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir
Harman yerinde dokuz zilli
Köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.

Nazım HİKMET