22 Mart 2015 Pazar

AŞK VE ÇILGINLIK



Masal bu ya; uzun yıllar önce, dünya oluşmamış, insanlar dünyaya ayak basmamışken, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez halde dolaşıyorlarmış. Birgün toplanmışlar ve her zamankinden daha fazla canları sıkkın oturuyorlarken;
SAFLIK ortaya bir fikir atmış;
“Neden saklambaç oynamıyoruz?”
Hepsi bu fikri beğenmiş. Hemen,
ÇILGINLIK bağırmış; “Ben ebe olmak ve saymak istiyorum”. Başka hiçkimse ÇILGINLIK’ı arayacak kadar çıldırmadığı için hemen kabul etmişler.
ÇILGINLIK bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış. “Bir, iki, üç…” ÇILGINLIK saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar.
“Kırkbir, kırkiki, kırküç…”
ŞEFKAT; Ay’ın boynuzuna asılmış,
İHANET; Çöp yığınının içine girmiş,
SEVGİ; Bulutların arasına girmiş,
HASET; Zaten oyna katılmamış,
YALAN; Bir taşın arkasına saklanacağını söylemiş ancak yalan söylemiş, çünkü gölün dibine saklanmış,
TUTKU; Dünyanın merkezine gitmiş,
PARA HIRSI; Bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış.
ÇILGINLIK; saymaya devam etmiş;
AŞK’ın dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış.
AŞK kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş.
ÇÜNKÜ HEPİMİZ AŞK’I SAKLAMANIN NE KADAR ZOR OLDUĞUNU BİLİRİZ.
Ve
ÇILGINLIK doksan sekiz, doksan dokuz’dan sonra yüz’e geldiğinde, AŞK, hızla sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış.
ÇILGINLIK bağırmış;
ÖNÜM,
ARKAM,
SAĞIM,
SOLUM,
SOBEEEEEEE
Arkasını döndüğünde, ilk önce TEMBELLİĞİ görmüş, o ayaktaymış. Çünkü saklanacak enerjisi yokmuş.
Sonra ŞEFKAT’i ayın boynuzunda görmüş ve İHANET’i çöplerin arasında,
SEVGİ’yi bulutların arsında, YALAN’ı gölün dibinde ve TUTKU’yu da dünyanın merkezinde.
Hepsini birer birer bulmuş,
Ancak o kadar aramasına rağmen birini bulamamış.
Ve ÇILGINLIK umutsuzluğa kapılmış. Bulamadığı AŞK’mış.
Derken HASET, AŞK bulunamadığı için adına yakışır bir şekilde, ÇILGINLIK’ın kulağına fısıldamış;
“AŞK, güllerin hemen arkasına saklanmıştı”
ÇILGINLIK, uzun süredir aradığı AŞK’ı bulamama ve çok zaman kaybetmenin hırsıyla çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına saplamış, saplamış… ta ki, yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar saplamayı sürdürmüş. Ve haykırıştan sonra AŞK, elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış, parmaklarının arasından sicim gibi kan akıyormuş.
ÇILGINLIK, AŞK’ı bulmak isterken o hırsla AŞK’ın gözlerini çatal sopa ile kör etmiş. Çaresizlik içindeki ÇILGINLIK, “Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?” diye bağırmış.
AŞK cevap vermiş:
“Artık iş işten geçti, gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen benim rehberim olabilirsin.”

İşte o gün bu gündür
AŞK’IN GÖZÜ KÖRDÜR…
ÇILGINLIK DA ONUN HER ZAMAN REHBERİDİR…
alıntı

8 Mart 2015 Pazar

Dünyanın İlk Kadın Hükümdarı : Tomrıs Katun


Dünya kadınlar günün de tesadüf okuduğum bir yazıda bahsi geçen Tomris Katun dan bahsetmek istedim.
Asıl adının Demir olması gereken; fakat Eski Yunan târihçilerinin Tomiris ve Demurus şekillerinde adlandırdıkları bu kadın, Peçenek Türklerindendir. Onun, taşıdığı ad gibi bir demir olduğunu, târihin bize bıraktığı satırlar arasından bulup çıkarmak güç değildir. Milattan önce altıncı yüzyılda Türkistan’da, Saka ve Peçenek Türkleri bulunuyordu. Aynı çağda İran’da, Ahamenid sülâlesi vardı. Bu sülâle zamânında Acem orduları doğuya doğru ilerleyerek Türkler ile birkaç yol çarpışmışlardır. Târihte bunların en ünlüsü Tomrıs’ın Peçenekler’e baş olduğu çağda yapılandır [1].


Târihçi Heredot (M.Ö. 490-425) yazdığı Heredot târihinde, Tomrıs Katun’u ve Acemlerle yaptığı savaşı da anlatmaktadır.(Nejdet Sançar)
Tomris veya Tomyris (Türkçe: temir - "demir")[1] MÖ 6'ncı yüzyılda yaşadığı sanılan, Massaget kraliçesi.



Tarihteki bilinen ilk kadın hükümdardır.[kaynak belirtilmeli] Aynı çağda Pers ve Medya'da hüküm süren Ahameniş İmparatorluğu ile büyük bir mücadeleye girişmiştir. Tomris Hatun barışçıl ama savunmaya önem veren bir yapıya önem göstermiş, bunu bir zayıflık olarak gören Pers İmparatoru Büyük Kiros ise hiç durmadan Saka topraklarına akın düzenlemiştir. Persler Saka topraklarına girdiği vakit yakılmış tarlalardan başka bir şey bulamıyorlardı. Çünkü Sakalar geri çekiliyor ve savaş için uygun bir mevzi ve an bekliyorlar, bu olmadığı takdirde de savaşa girişmiyorlardı. Sakaları kovalamaktan bıkan Büyük Kiros İran'a geri dönmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra kendisine tabî olması ve kendisiyle evlenmeyi kabul ettiği takdirde Tomris Hatun ile uğraşmayacağını vaad etti. Tomris Hatun bunun bir oyun olduğunu biliyordu ve teklifi reddetti.

Buna kızan Büyük Kiros büyük bir ordu toplayarak tekrar Saka topraklarına girdi. Bu orduda savaş için eğitilmiş yüzlerce köpek de vardı. Tomris Hatun artık kaçmanın yarar sağlamayacağını anlayıp uygun bir alan seçip Büyük Kiros'un ordusunu beklemeye başlar. İki ordu aralarında birkaç kilometre kalacak bir biçimde mevzilenir. Güneş battığı için savaşa tutuşmazlar ancak gece Büyük Kiros bir hile düşünmüş ve iki ordunun arasında bir çadır kurdurmuştur ve içinde güzel kızlar ve yiyecekler ve şarap bulunan çadıra ansızın saldırı düzenleyen Tomris Hatun'un oğlu ve beraberindeki kuvvetler, içerideki birkaç Pers'i öldürüp eğlenceye dalmışlardır. Ancak birkaç saat sonra bir baskın düzenleyen Pers kuvvetleri çadırı basıp Tomris Hatun'un oğlu da olmak üzere içerideki Sakaları öldürürler. Tomris çok sevdiği oğlunun ölümüne üzülür. Yemin ederek şöyle söyler: Kana susamış Kirus! Sen oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın şarapla öldürdün. Ama güneşe yemin ederim ki seni kanla doyuracağım!

Ertesi gün yapılan savaşı Sakalar kazanır. Ok atmakta usta olan ve savaş arabalarını büyük ustalıkla kullanan Sakalar, savaş köpeklerine rağmen Persleri bozguna uğratır. Ölenler arasında Pers kralı Büyük Kiros da vardır.

Tomris Hatun sözünde durur ve Büyük Kiros'un kesik başını kan dolu bir tulumun içine atar. Tomris Hatun, Büyük Kiros'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak "Hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi seni, kanla doyuruyorum!" der.



2 Mart 2015 Pazartesi



SEDEF ÇİÇEĞİ
Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bitkin bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:
– Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?
– Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra ba-şörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.
– Bu herifin ettiği, yetti gayri. Elli yıldır bezdirdi hayattan… Boşanmak istiyorum…
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda… Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı birlikte yaşanmış elli yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı… Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
– Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı çok sevdiğim… O bilmez… Elli yıl önceydi.. O çiçeği, bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye… İyi gelirmiş, derlerdi. Elli yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar… O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım… İşte ben, böyle bir adamla elli yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun kalkıp onun sulamasını bekledim çiçeğimi… Ama olmadı. Onsuz daha iyiyim yemin ederim.
Hâkim yaşlı adama dönerek:
– Diyeceğin bir şey var mı baba? Dedi.
Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu:
– Askerliğimi reis-i cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüyle bü-yümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de… Ona en güzel çiçeklerden bu-ketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, bo-yun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun… Benim sözümü de… O günlerde de tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona, “Gece çiçek sularsan, bu çiçek tekrar canlanırmış” dedim. Adak dilettim… Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki… Her gece o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey… Geçen gece de… Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım… Çiçek susuz kalırdı, ama kadınımın boyun ağrısı yine azabilirdi. Suçlandım… Sesimi çıkartamadım… Karar sizin hakim bey.
O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu…