17 Mayıs 2014 Cumartesi

KIYMETLİDİR MADENCİ KARISI


(bu öyküyü 2007 yılında yazdım ama yıllardır değişen bir şey yok!... acılar hep aynı!  m.i. )
KIYMETLİDİR MADENCİ KARISI
Bir varmış bir yokmuş diye mi başlar bütün masallar?
Bir varmış bir yokmuş… Allah’ın kulu çokmuş!
Çokmuş… Çokmuş…
Çokmuş da; kimi yatağında, kimi sokağında… Kimi yer üstünde, kimi yeraltında yaşar gider; vakti zamanı gelince de ölüp gidermiş. […Miş… de!.. “Miş”ler kimine türkü olurmuş, kimine ağıt!
“Ölüp gidermiş… Vakti gelince!... Vakti gelince!... Vakti gelince!... Vakti…”
… Korkuları gölgede bırakıp; korunaklı bir evde, rahat döşeklerinizde derin uykulardayken siz…
“… Nenni de bebeğime neeenni…”
Elleriyle karnını sımsıkı kavrıyor. Bacaklarını toplamaya çalışıyor.
“Kal olduğun yerde bebeğim. Zamanı değil! Sen de gidersen dayanamam.”
“… Sen de gidersen!... Sen de gidersen… Gittin mi Halil?”
Tüm dünya koskoca bir uğultuya dönüyor.
“Susuuun… Susun artık! Çekin ellerinizi üzerimden. Uyumalıyım ben. Bebeğim de uyumalı. Uyandığımda mor menekşeler açmalı yeniden. Çiğdemler nergisler sarmalı her yeri.”
Uyanıkken görülen bir düş gibi devşiriyor başkalarının karabasanlarını.
“Maden kuyusunda havasız kaldım
İtildim kakıldım dermansız kaldım
Yoksulluk yüzünden çaresiz kaldım.”
Düş içinde bir düşün peşinden gidiyor.
Kuyulara dalıyor; vuruyor kazmayı geçmişin göçüklerine. Dinliyor; dokunuyor korkunun soğuk gövdesine. Umarsız bekliyor konuşsun diye bir ölü evi çılgınlığındaki ocaklar!
Gün, günlere uzuyor; gazetecilerin flaşları, güvenlik görevlilerinin ve madencilerin koşuşturmaları, ağlamalar, feryatlar arasında arama kurtarma çalışmaları sürüyor.
Sağlık ocağının önü ana baba günü. Hep yürek korkusu ile beklenen bildik görüntüler…
O kargaşada her ambulans gelişinde insanlar gözyaşları içinde bağrış çağrış kapıya hücum ediyorlar. “Haliiil!...” Anneler, babalar, eşler, çocuklar her ceset çıktığında koşturuyorlar. Yaralıları, cesetleri teşhis etmeye çalışıyor, kömürleşmiş, parçalanmış cesetlerin üstüne kapaklanıyorlar.
Kadınlar yürekleri paralayan bağrışlar eşliğinde dizlerini dövüyor, korkmuş ve şaşkın çocuklar incecik sesleriyle onlara katılıyor; her tür erkek sesinin de karıştığı curcunalı bir koro sarıyor ortalığı.
“Yeminliyim demiştim; varmam demiştim madenciye. Yıkamam demiştim kömür kirini. Kulağım tetikte bekleyemem!”
“Ondan mı oldu bunlar? Cezalandırıldı mı sevgim?”
Düş içinde gerçek; gömülmeyi bekleyen bir ölü gibi çarpıyor karanlığına. Gövdesini yakıp, ruhunda boğuluyor.
“Şu ağlayanlar da kim?... Halil’e mi ağlıyorlar, kendilerine mi?
Yoksa yanarak; göçükte kalarak ölen, ya da kör, topal, felçli yaşayarak ömür tüketen yakınlarına mı?”
Yüzünü avuçluyor. Sahip olmakla kaybetmek arasındaki sınırda kayboluyor.
“Tanıyamamışlar Halil’imi. Nasıl da umutlanmıştım çıkanların arasında olmayınca! Yokmuş yüzü. Kopmuş kolu bacağı. Yanmış, kavrulmuş. Nasıl da patlamış patlayasıca! Ah Halil’im… Göremedi bebeğini.”
“Bu şirket çok para veriyormuş kalanlara kız!...”
“Vay anam, bizimkiler havaya gitti!”
Beyni zonkluyor; yeniden savruluyor uçurumlara. Kan tüküre tüküre ölen babasını, ezik kavruk anasını görüyor. Bu akan kan babasının mı?... Yok yok tükürükten bu kadar kan çıkmaz. Hem niye onun altından aksın ki?..
“Bu ağır koku ne kokusu?”
“Kömür damarlarını yarıp kömürü yer üstüne çıkarmak hüner ister… Sabır ister. Değil mi Halil’im? Zamanında önlem alınmazsa kömür kendiliğinden... Tutuştu mu? Yanıyor mu için için?.. Patlayacak yetişin!... En derin yerindeyim göçüğün. Her yerim kömür balçığı! Halil!... Nerdesin Halil? Kurtar bizi!”
“Yeter bağrıştıkları! Yeteeer!... Bırakın bebeğimi. Dokunmayın bana!... Haliiil!
“Paraları hemen ödüyorlarmış hem de…”
Dizi dizi tabutlar geliyor. Kazayı yeni haber almış insan seli bitmek bilmiyor. Gece gündüze karışıyor; güneş sağlık ocağı önünde ağlayan, haykıran; kocasının, oğlunun, kardeşinin, babasının, amcasının cesedini arayan madenci yakınlarının üzerine doğuyor.
“Kazma seslerini bile duyamadan gitmiş yiğidim. Bir umutsuz!
“Kuyulara sığmaz bedeni, sedyelere nasıl sığdı?”
“Çıkmıyor kömür karası. Karabasanım oluyor düşlerim.”
Bir gün daha bitti… Yaşayamadığınız bir gün daha!
“Devletimiz görev başında. Yaraları saracaktır. Olay ihmalden kaynaklanıyorsa sorumlulardan hesap sorulacaktır”
“Çok para vereceklermiş, çoook!”
“Paranız batsın!.. Haliiil… Koç yiğidim. Bebeğim!”
Kimse yok mu?
“Aradan yıl geçti. Kimseler kalmadı ortalıkta.
Şehirden uzak, dağ başlarındaki ocaklarda, toprağın metrelerce altında, yine yüzlerce insan seni soluyor.
Yaşananları kanıksadı insanlar. Birkaç yılda bir yürekleri dağlar gider ölüm. Yeniden hayatlarını kurar kalanlar.
Başım eğik Halil’im… Duvağım solmadan ben de onlardan oldum. Gözyaşlarım çiçek oldu, gelin gülüşüm dondu dudaklarımda; mühürledim ağzımı. Yandı içim, kavruldu. Kucağımda bebeğimle gelemedim. Durduramadım onu; “düşüt”ünü geri aldı toprak; vakitsiz geldi yanına…
Sana sevgim hiç sönmedi. Ama ne derim; nasıl derim bilemem: Tek gelmedim.
Amca olacaksın yakında.
Münevver İzgi
(*)“KIYMETLİDİR MADENCİ KARISI” isimli öykü, Maden Mühendisleri Odası‘nın, Edebiyatçılar Derneği katkılarıyla, ilk kez 2007 de düzenlediği "Madenci Öyküleri Yarışması’nda birinci seçildi. “MADENCİ ÖYKÜLERİ - ÇIĞLIK” isimli kitapta yer aldı.
dipnot:resmi görsellerden arayıp asıl sahibini bulmak istedim ama facebook adresleri çıkıyor hep.zaten son günlerde hep paylaşılıyor.bende facebooktan aldım.

2 yorum: